1. Haberler
  2. RÖPORTAJ
  3. Sürmanşet’in Konuğu: Selahattin Ateş

Sürmanşet’in Konuğu: Selahattin Ateş

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hüseyin Karadeniz ile SÜRMANŞET’in Konuğu: Selahattin Ateş…

Ateş olmasaydı cam, can bulur muydu? Demir tavında rahatça dövülür müydü? Yemek pişer miydi? Teknolojik buluşlar olabilir miydi?

Demir tavında rahatça dövülür müydü? Yemek pişer miydi? Teknolojik buluşlar olabilir miydi?

Eksik kalırdı tüm dünya…

Tıpkı kültür ve eğitim ‘Ateş’elerimizden Dr. Selahattin Ateş’i tanımasaydık kalacağımız eksiklik gibi…

Geçtiğimiz Şubat ayında düzenlediğimiz İstamonu Buluşmaları’nın ikincisinde “Kastamonu’dan Türkiye’ye Altın Adamlar” sempozyumuna katılan ve konuşmalarıyla şahsımda olduğu kadar katılımcılar üzerinde de derin etkiler bırakan bir isim Selahattin Ateş…

Kaymakamlık geçmişi ve sonrasında mülkiye başmüfettişliğine uzanan hayat öyküsünde, başarılı çalışmalara attığı imzalar Kastamonulu olması sebebiyle bizim de gurur tablomuzda yer tutuyor o günden itibaren…

Tanıştığımız ilk gün dile getirdiğimiz röportaj talebimiz zaman kısıtlılığından geç kalsa da güç olmadı. Geçtiğimiz hafta Şenpazar Belediye Başkanı Cem Çınar ve Selahatttin Ateş’le birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Kapaklıkaya’yı ziyaret ederek başlayan İstanbul buluşmamız, İstamonu ofisinde içilen kahve molasıyla ayrı bir tat aldı. Bu ziyaret söyleşimizle de taçlandı…

Samimiyetiyle gönlümüzde taht kuran, dünya tahtında gözü olmayan, Selahattin Ateş’le söyleştikçe, ateşin birleştirici gücüne de şahit olduk bir nevi…

“Ateş düştüğü yeri yakar” demiş ya atalarımız, keşke her Ateş böyle olsa diyoruz bu söyleşiyi kaleme aldığımızda. Keşke bu ateşin düştüğü yerdeki insanlar gibi şanslı olsa diğerleri…

Bu haftaki Hüseyin Karadeniz ile Sürmanşetin konuğu ülkeler arası birleştirici güç Mülkiye Başmüfettişi Dr. Selahattin Ateş…

Hayatınızda Kastamonu ve İstanbul nasıl kesişti?

Birçok İstanbullu gibi Kastamonu’da doğdum (Şenpazar Güllüce Köyünde) sıcak bir Ağustos günü, 68 kuşağı daha kendi neslini keşfetmeye yeni başlarken. 1978 yılında Arjantin Dünya şampiyonu olmaya hazırlanırken pilli radyonun lüks sayıldığı köyümden, elektrikle çalışan televizyonları hayretle gördüğüm İstanbul’a göç ettiğimde dünya da en çok sevdiğim şehre geldiğimi henüz hissetmemiştim. Çocukluğumun ilk yarısı Kastamonu’da ikinci yarısı ise İstanbul’da geçti. Tıpkı kalbimin bu iki muhteşem şehir için ikiye bölünmesi gibi. Aslında gönlüm de birini diğerine rakip görmedi, her biri diğerinin sınırlarını genişletti.

Ankara’da sizin için önemli bir yer tutuyor…

Evet. Şu anda görevim nedeniyle Ankara’da oturuyorum. Ama Ankara’ya ilk varışım, üniversite eğitimi için Mekteb-i Mülkiye’ye kayıt yaptırdığım 1987 yılı Eylül başındaydı. Mastır eğitim programını da Mülkiye’de tamamladım ve kaymakamlık mesleğine başlayınca İçişleri Bakanlığı mensubu olarak Ankara bir şekilde uğrak yerim oldu. Mülkiye Müfettişi olunca ise yaşam alanım. Benim için Ankara iki kez sevdiğim yer oldu: Zira hem İstanbul’a hem de Kastamonu’ya dönüşü var.

Harward’ın zekâtını ver

Kaymakam olarak başladığınız meslek hayatınızda mülkiye müfettişi olarak devam etme kararınızın sebebi nedir?

Yapım itibariyle hep müstakil görevlerde yer aldım. Takım kurmayı ve takımın bir ferdi olarak çalışmayı severim. Mülkiye müfettişleri valilerin, kaymakamların, emniyet müdürlerinin, alay komutanlarının teftişlerini, soruşturmalarını yürüten ayrı bir görevdir, sınava tabi tutularak geçebilirsiniz bu göreve. Bizim kariyerimizde bir yükselme olarak görülür. Bende 2003 yılında devleti daha iyi tanımak maksadıyla mülkiye müfettişliğini tercih ettim. Meslek hayatım 11 yıl kaymakamlıktan sonra, 11 yıl da mülkiye müfettişi olarak geçti.

Şu an Afgan Üst Düzey Yöneticileri Eğitim programının koordinatörlüğünü yapıyorsunuz. Bu proje kapsamında Afganistan’da nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?

İçişleri Bakanlığımız ve Dışişleri Başkanlığımız ile TİKA’nın dahil olduğu bu program NATO’nun Afganistan’da üstlendiği askeri misyon yanında genel misyonun ihmal edilen en önemli parçasını oluşturmaktadır. Harvard Kennedy School of Government’ da “Üst Düzey Yönetici Eğitimi” Programına katılmam üzerine İçişleri Bakanlığı Müsteşarımız Sayın Seyfullah Hacımüftüoğlu’nun “Harvard’ın zekatını ver” emri ile dost ve kardeş ülke Afganistan’ın idari kapasitesini güçlendirme eğitimleri koordinatörlüğü görevine getirildim.

Afganistan’da gerçekleştirilen ve daha çok teorik eğitim ve tecrübe paylaşımı biçiminde uygulanan projenin 1. etabnın temel amacı; Afganistan’ın Stratejik Planı ve Birleşmiş Milletler Ulusal Eğitime Destek Stratejisi ile uyumlu olarak, Afganistan’ın geçiş sürecinde Cevizcan’ın idari yapısının güçlendirilmesini, insan kaynaklarının geliştirilmesini ve kurumsal kapasitelerinin artırılmasını sağlamak olarak belirlendi.

Proje bu ihtiyacın giderilmesine de önemli bir katkı sağladı. Proje kapsamında Cevizcan’daki 10 kaymakam ve 120 üst düzey yöneticiye; çeşitli konularda eğitim, akademik düzeyde ve tecrübe paylaşımı şeklinde interaktif bir metodla verildi.

Bu çerçevede eğitimin Türkiye ayağı da gerçekleştirildi ve Cevizcan’daki kamu görevlileri Bursa’daki kamu görevlilerinin yanında iki hafta süreyle refakate tabi tutuldu. Bu üst düzey 130 yöneticinin yükselenmotivasyonlarının ve iş doyumlarının doruğa çıkacağı değerlendirilmektedir. Bu, Orta Asya’nın barışı için de bulunmaz bir fırsattır ve projenin her alanda yaygınlaştırılması gerekir.

Afganistan’daki idari kapasitenin güçlendirilmesi için çalışmalar hala sürdürülüyor. Aynı eğitimin bir benzeri Sarıpul’da da gerçekleştirildi. İkinci etabı ise Sarıpul’un kardeş vilayeti olarak belirlenen Gaziantep’te uygulama eğitimi olarak gerçekleştirildi.

Bu projeler vasıtasıyla oradaki valiler, vali yardımcıları, kaymakamlar, il müdürleri belediye başkanları bazı yerlerde rektörtörler ve hocaların da eğitimini gerçekleştiriyoruz. Şu ana kadar Cevizcan ve Sarıpul yanında İBB işbirliği ile Kabil’de de programlar yaptık ve onların Türkiye’deki programlarını gerçekleştirdik. Bu arada Türkiye’deki illerle Afganistan’daki illeri kardeş il projesiyle yakınlaştırıyoruz. Böylece Türkiye’nin hem batıdan aldığı bilgileri hem de var olan birikimlerini birleştirip Afganistan’a aktarma imkanı buluyoruz. Sonuçta; karşılıklı bir etkileşim oluşuyor, Türkiye kendi idari kapasitesini oraya transfer edebiliyor, halklar arasında fevkalade güzel bir ilişki gelişiyor.

Proje devam edecek mi?

Yeni dönem için Herat, Kandahar ve Celalabat illerinin üst düzey yöneticilerinin eğitim programını yapmamız yönünde Afgan yetkililerin resmi talepleri oldu. Bu konuda resmi yazışmalar devam ediyor.

Oradaki Amerika hegemonyası, ne durumda?

Şunu kabul etmek lazım; Afganistan’da NATO güçleri var, 50’ye yakın ülke bulunuyor. Başta Amerika, ardından Almanya… Ama kalplere talip olan Türkiye’nin buradaki yeri çok daha anlamlı bir biçimde tabana yayılmış durumda. Türkiye başta insan kaynakları olmak üzere kaynaklarının bir kısmını daha bu bölgeye aktarabilirse hem halkı, hem hükümeti ve hem de kamu yönetimi dost olan stratejik bir kardeş kazanacaktır.

Afganistan’da yaşayanların aynı zamanda NATO ülkelerinden biri olan Türkiye’ye bakışı nasıl?

Türkiye’nin NATO içerisinde önemli bir yeri var. Fakat NATO gücü olarak Afganistan’daki Taliban ve Afgan halkından oluşan diğer gruplara karşı yapılan operasyonlara katılmadı, kardeş kanı akıtmayız dedi. Bundan dolayı da Türkiye’ye çok ciddi bir sempati var. Bu sempati tüm ülkeler arasında Türkiye’yi ayrı bir yere koyuyor. Afganistan’da şuanda en popüler ülke Türkiye’dir. Türk dizileri en öndedir, Türk takımları tutulur, Türk mallarına büyük rağbet vardır. Türk insanına orada büyük bir sevgi ve saygı var. Türk insanı bilerek doğrudan hedef alınmaz. Böyle bir avantajımız var. Afganistan’daki tüm etnik ve dini gruplar Türk insanını çok seviyor. Afganistan’da Türkiye her zaman yükselen bir değer. Afganistan’ın bu anlamda özel bir yerde tutulması gerektiğini düşünüyorum. Ama güvenlik meselesi yüzünden buradaki ilişkiler yeterince ve iki ulus tarafından arzu edilen kadar oluşabilmiş değil.

Türkiye’nin Afganistan’a olan bağları ne zamana dayanıyor?

Afganistan ile derin kültürel ve tarihi bağlarımız var. Bin yıl öncesine dayanan ve Anayurdumuz Amu Derya, Hz. Mevlana, Hoca Nasreddin, İbn-i Sina… Seyhun ve Ceyhun Anadolu’da Seyhan ve Ceyhan olmuş. Kurtuluş Savaşı sırasında bizlere yardım etmişler. Bu sadece İş Bankası’nın kuruluşuna varan maddi yardımla sınırlı değil. Bir de sessiz şehitler var. Çanakkale Savaşı’na gelmişler ve bir daha geri dönmedikleri için sessiz şehitler olarak anılıyorlar. Bugün Afganistan her açıdan Türkiye’nin birikimlerine muhtaç bir ülke. Dolayısıyla onlar bize nasıl Kurtuluş Savaşı’nda yardım ettilerse bizde aynı yardımı bugün elimizden geldiğince onlara sağlamaya çalışıyoruz.

Kastamonu’da GAP modeli olmalı…

Kastamonu’ya hangi sıklıkla gidersiniz?

Eskiden 2-3 yılda bir gitme fırsatımız olurdu. Son yıllarda yılda bir iki kez bir mani oluşmazsa muhakkak gidiyoruz. Babam köyde ev yaptırdı tüm aileyi bayramlarda orada toplar. Yeğenim Cem Çınar’da bu yıl Şenpazar belediye başkanı seçildi, ağabeyim de meclis üyesi oldu ve emekli olan akrabalarımızın da geri dönmesiyle memlekete daha çok gidiyoruz ve bundan da çok memnunuz.

Kastamonu’nun turizm ya da sanayi şehri olması yönünde hala kararsızlık söz konusu… Siz Kastamonu’daki değişim ve gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hem turizm şehri hem de sanayi şehri olunmaz. Kastamonu’nun yüzde 60’ı ormanlarla kaplı, doğal güzelliklerimizin yok edilip sanayinin gelişmesinin de uygun olacağını pek düşünmüyorum. Ben Kastamonu’yu hep Oxford gibi düşündüm. Orayı hep eğitim merkezi olarak hayal ediyorum. Tarihi dokusunu korumuş bir şehirde dünyanın her yerinden gelen insanların bir arada okuyabildiği, yerel mimarisini rengarenk öğrencileriyle birleştirmiş bir Kastamonu hayal ediyorum. 1000 yıllık Türkmen diyarı olan şehrimizde, planlamanın -kişisel kanaatim- turizm ve eğitim şehirleri kurmamız yönünde olması gerektiğidir. Deniz var, yeşillik var, göller var, her türlü güzelliğimiz var, güzel insanlarımız da var. Fakat bunların teşvik edilmesi lazım. Türkiye’nin en geri kalmış illeri Batı Karadeniz Bölgesi’nde yer alıyor. Bizim bu geri kalmışlığı üzerimizden tamamen silerek insanımızı ve yöremizi ileri götürmemiz gerekiyor. Bu yüzden aynı GAP projesi gibi Batı Karadeniz Kalkınma (BAKK) Projesi yapılmalı. Kalkınma ortak ve müştemilatlı, entegre bir plan dahilinde olmalı. Batı Karadeniz’in kalkınmasıyla ilgili bir proje yapılmadan bu bölgenin Türkiye’de hakkı teslim edilmiş olmaz. Bu yönde, medyamızın, entelektüellerimizin ve politikacılarımızın çalışıp gayret göstermesi gerektiğine inanıyorum.

Daha doğmadan yazılır alın yazımız… Ne zaman, ne olacağı bellidir henüz doğmadan. Karar vermeye gelince ikiye ayrılır yol sadece… İyiyi de kötüyü de tercih hakkımız vardır yürüdüğümüz yolda…

Gerçek kimliğimiz küçük yaşta bakışlarımızla belli eder kendini aslen, sadece farkına varamayız…

Selahattin Ateş’le yaptığımız söyleşide de gördüğümüz o ki; eğitime meyil etmiş daha küçüklükten…

Farkında olmadan öğrendiği bilgiler, ışık tutmuş geleceğine…

Emek, istek, çalışma ve başarma arzusu ete kemiğe bürünerek Selahattin Ateş’te vücut bulmuş. Gelecekte başkalarına ışık tutma arzusu ise gerçek olmuş…

Selahattin Ateş’le yaptığımız keyifli söyleşimizin ikinci ve son bölümü takdimimizdir…

Göreviniz sebebiyle birçok ülkenin siyasi ve ekonomik yapısını gözlemleme fırsatınız oluyor. Diğer ülkelerdeki Türkiye algısı nedir?

Türkiye’nin 2000’li yıllardan itibaren tüm dünyada yükselen bir grafiği vardı. ABD’de Harvard Üniversitesi’nde 2012 yılında yaptığım ve 2013 yılında yaptırdığım bir anket sonucu söyleyebilirim ki; son yıllardaki yükselmedeki ivme azaldı. Türkiye’nin dünyada çok az ülkede bulunacak parlak bir yönelimi var ama son 1-2 yılda birazda dış politikadaki gelişmelere paralel olarak bir azalma eğilimine girdi. Yani hala popüler olsa da, şu anda yükselme devam etmiyor.

Her tehdit bir fırsatı içinde barındırır.

Peki, dünyadaki diğer metropollerle İstanbul’u kıyasladığınız zaman neler söylersiniz…

İstanbul’u Allah-ü Teala öyle güzel yaratmış ki; çarpık kentleşmeye rağmen hala çok güzel, hala cazibe merkezi. Osmanlı İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu gibi iki imparatorluğun başkentliğini yapmış başka bir şehir dünyada yoktur. İki yakasını denizin birleştirdiği bir kent yok. Güzelliğin, kültürün, tarihin başkenti İstanbul’un bu güzelliklerinin daha çok ortaya çıkarılmasının ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. En azından tarihi yarımadanın ve yakın çevresi ve sur içinin İstanbul ve dünya mirası için özel imar planı yapılarak yakın dönemdeki çirkin yapılaşmalardan kurtarılması ve tarihi kimliğine uygun yapı ve eserlerle yeniden donatılması gerekmektedir.

Türkiye’deki üniversitelerin eğitimini nasıl buluyorsunuz?

Dünyadaki birçok üniversitede çeşitli vesilelerle eğitim ve seminer programlarına katılmış olmama rağmen, ben mastır ve doktoramı Türkiye’deki okullarda yaptım. Her ikisini de görmüş bir insan olarak mukayese yapma hakkım olduğuna inanıyorum. Maalesef yeterli düzeyde AR-GE yatırımları yapamıyoruz. Alıntılama gibi kalite standartlarına hiç girmeden son bir yılda sadece Harvard’da yazılan makalelerin Türkiye’de yazılan tüm makalelerden çok olduğunu söylersem bize sanırım bir mikyas olur. Eğitim konusunda ciddi boyutta ve önemli aşama kaydetmemiz gerektiği çok açık ortada.

Hayatınızın büyük bölümünü eğitime adayan birisiniz… Okul hayatınızda unutamadığınız bir anınız var mı?

1970’li yılların sonunda İstanbul’a göç eden Kastamonulu ailelerden birinin ferdiyim.

Bizim köyümüz Güllüce’de okul olmadığı için Kalaycı Köyü’ne gitmek zorundaydık. Gidiş geliş zor olduğu için ilkokula 2 yıl geç başladım. Birinci ve ikinci sınıfta da birleştirilmiş sınıflarda okudum. Tahmin edersiniz ki; 5-6 aya yayılan ve vekil öğretmenler tarafından verilen bu birleştirilmiş sınıf eğitimi birçok olumsuzluğu da içinde barındırmaktadır. Ama her tehdit bir fırsatı da içinde barındırır. İstanbul’a geldiğimde bana bunun ciddi bir faydası oldu. Üçüncü sınıfta İstanbul’a geldiğimde Şair Nedim İlkokulu’na başladım. Öğretmenimiz, okula göç ile gelen öğrencilerden bir kısmını seviyesi düşük oldukları gerekçesiyle daha sağlam eğitim alabilmesi için bir alt sınıfa gönderirdi ancak benzer eğitimden kaynaklı eksiklikler bende de olduğu halde beni bir alt sınıfa göndermedi. Bunun gerekçesini yıllar sonra üniversite eğitimine başladığımda ilkokul öğretmenim Reyhan Ardakoç’a teşekkür ziyaretine gittiğimde öğrendim. ‘Mükemmel matematiğin vardı, kıyamadım seni göndermeye.’ dedi. Birleştirilmiş sınıfta farkında olmadan 4. ve 5. sınıf matematiğini de öğrenmişim meğer.

Kaç çocuğunuz var ve tahsillerine yardımcı olabiliyor musunuz?

(Gülerek)Yükselen trend 3 çocuk diye herhalde; Asuman Begüm, Gülru Sude, Nureddin Murat adlarında 3 çocuğumuz var. Begüm Tıp 2’ye, Sude Lise 1’e Murat’ta 3.sınıfa geçti.

Yılın 6 ayı işim dolayısıyla yurt içi ve yurt dışı programlarım oluyor, evden uzak kalıyorum. Eşim de inşaat mühendisi, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nda çalışıyor aynı zamanda doktora eğitimine de devam ediyor. Kabul etmek gerekir; çocukların eğitimiyle gönlümüzden geçtiği kadar ilgilenemiyoruz, değerli öğretmenlerine çok iş düşüyor.

Çocuklarınız sizinle yeterince vakit geçirememekten şikâyetçi olmuyor mu?

Oğlum Nureddin Murat ben Afganistan’dayken televizyonda orada bombalı saldırılar olduğunu görmüş, üzüntüden saç kıran olmuş. Dolayısıyla evden uzak olmamız onları oldukça olumsuz etkiliyor. ‘-Baba senin neden hep bir işin var.’ diyorlar, bunu bende bilmiyorum ama memleketimiz için, ülkemiz için onun dışında aldığımız parayı hak edebilmek için çalışıyoruz.

Yoğun iş temponuzdan sıyrılıp kendinize vakit ayırabiliyor musunuz?

Hakikaten çok boş vaktim olmuyor, yıllardır televizyon izlemiyorum. Her türlü futbolu çok seviyorum ama uzun senedir oynayamıyorum, işlerim dolayısıyla baştan sona bir dünya kupasının maçını bile izlediğimi hatırlamam; Türkiye’nin dünya 3.’sü olduğu 2002 yılı dışında. Dağcılığı çok sevmeme rağmen çok fazla fırsat bulamıyorum. Sadece yüzmeyi bırakmamaya çalışıyorum. Çocuklarımla kışın fırsat buldukça kayak yapmayı ve yazın da fırsat buldukça tenis oynamayı seviyorum.

İşlerimin yanı sıra mastır, doktora yaparak eğitimime öncelik verdim, Şimdi de dünyadaki değişik yönetim sistemlerini konu alan makaleler yazıyorum. Dünyanın makaleler ışığında fotoğrafını çekmeye çalışıyorum. Herhâlde sürdürebildiğim tek hobim yazı yazmak, makale yazmak. Kızım Sude gibi kitap kurdu değilim ancak, kitap ile arayı fazla açtığımda kendimi mahrum kalmış hissettiğimden, arayı uzun tutmamaya çalışıyorum.

İstamonu çok inovatif bir isim

İstamonu Buluşmaları’yla Kastamonulu değerlerimizin İstanbul’da daha iyi tanınması için sempozyumlar düzenliyoruz. Geçtiğimiz Şubat ayında sizin de konuşmacı olduğunuz İstamonu Buluşmaları’nın ikincisinde Türkiye genelindeki mülki idare amirlerimizle bir araya gelmiştik. Bugün ise buluşmaların 5.’sini gerçekleştirdik. İstamonu Buluşmalarının sizde bıraktığı etkiyi merak ediyorum…

Siz çok yoğun bu işin içerisindesiniz. Farklı alanlarda farlı görüşleri bir araya getiriyorsunuz. Fevkalade güzel sonuçlar çıkacağına inanıyorum… Ama bu misyonu sivil toplum örgütleri de üstlenmeli. STK’larımız örgütlü çalışmalı. Tabii bu işleri yapan kişilerin sizin gibi kişisel beklentiye girmeden sadece hemşerilerini düşünerek yapmaları oluşacak güven açısından çok önemli zira bölgesel ve kitlesel bir başarıya ancak böyle ulaşılabilir.

Thomas Hobbes’in bir sözü var; HOMO HOMINI LUPUS – İnsan insanın kurdudur. İnsan insanın kurdu olmamalı, dostu olmalı. Eğer hemşerilerimiz birbirine dost olabilirse, sizin de bu çabalarınız artarak devam ederse, Kastamonu önemli güç merkezlerinden biri haline gelecektir.

Nasıl buluyorsunuz İstamonu’yu?

Gazetenizin isminin çok inavotif bulduğumu daha önce de belirtmiştim yine tekrar edeyim. İstamonu ismiyle İstanbul’un sınırları Kastamonu’nun en doğusuna uzanıyor, Kastamonu’nun sınırı da Trakya’ya kadar…

İnsanlar şehirlerle anılır eskiden beri. İstamonu ismi bende iki sevgiyi mezceder. Sizi Çaka Bey gibi görüyorum. Göçebe Türkmen delikanlısı iken, İstanbul’a esir gelir, burada medeni eğitim alır. İmparatorluk eğitimi ve göçer girişimciliği ile kurduğu İzmir Çaka Beyliği ile nerdeyse 350 yıl önce İstanbul’u alacaktı. Ama kaderin de her zaman ayrı bir hükmü vardır.

Ben lafı kişileri değersiz hale getirir

Son olarak okurlarımıza bir mesajınız var mı?

Ben öncelikle ülkemize birlik ve sıhhat diliyorum.

Türkiye insan nüfusunun, çalışan nüfusunun, en uygun olduğu dönemde, bu dönem üretilerek iyi değerlendirilirse geleceğe hazır hale gelebiliriz. Yapılan çalışmalar Türkiye’nin nüfusunun 100 milyona yaklaşacağını sonrasında ise geriye seyredeceğini gösteriyor. Dolayısıyla şu an nüfusumuz çalışabiliyorken, çok iyi üreten bir ülke durumunda olmamız gerekiyor. Ümit ediyorum bu yönde atılan adımlar sonuç verir. Ve Türkiye sadece bölgenin değil dünyanın en iyi üretim merkezlerinden biri haline gelir. Ürettiğin en değerli şeyin de 400 yıl Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlarda yaşayan en uzun soluklu barış dönemi olan “Pax Ottomana” örneğinde olduğu gibi bölgesel bir barış üretiminde görüyorum. Bunun üretilmesinin de hakkaniyetli bir hakem kimliğiyle başarılacağına inanıyorum.

Kastamonulu hemşerilerim ise eğer sıradan insanların arasından sıyrılıp iyi bir yere geleceklerse bunun için iyi bir eğitim şart. İyi bir eğitimden yoksun kalan kişilerin eğer çok önemli girişim gücü yok ise, çok önemli yetenekleri yok ise istedikleri başarıyı orta vadede sağlamakta zorlanacakları aşikardır. Kastamonu için, Batı Karadeniz için kurtuluş eğitim olduğu gibi şahıslar içinde bence en büyük kurtuluş eğitimdir. Eğitim illa okulda verilen eğitim değildir, böyle algılamamak lazım. Harvard’ da yazan hayat boyu eğitim, hayat boyu öğrenme peygamber efendimizin beşikten mezara kadar ilmiyle bire bir örtüşür. Dolayısıyla biz beşikten mezara öğrenmeyi Kastamonu için bir hayat tarzı haline getirmeliyiz.

Tüm dünyada en büyük problemlerden birisi “ben” lafıdır. Ben lafı kişileri değersiz hale getirir, toplumları ve cemiyetleri böler ve güçsüz hale getirir. Biz lafı ise kişileri güçlendirir, toplumu birleştirir, yok olmaktan kurtarır. İster kamu yönetimi olsun, ister özel sektör olsun, isterse de STK’lar, en önemli konu yönetimde güvendir. İnsanların güven kaybedeceğine para kaybetmesi ya da makam kaybetmesi bence daha yararlıdır. Güven olgusunu koruyan insanlar Kastamonu’nun harcı olacaktır. O yüzden Yunusun dediği gibi;

“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim, sevilelim dünya kimseye kalmaz…”

10 soru 10 cevap

Türkiye: Gelişme

Bayrak Hiç inmeyecek

Aile Cennnetim

Kastamonu Vatanım, yuvam

Sağlık Dahası yok

Afganistan Kardeş ülke, yeni Türkiye

Anne Cennetin üstü

İman Hava

Ezan Dinmeyecek

Evlat Gelecek

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!