Murat Güven ile Derin Diyaloğun Konuğu: Şerafettin Özkan…
Röportör:Murat GÜVEN
Edindiğimiz ilk intiba; bu ailenin her ferdinin hamurunda, mayasında bu hasletlerin fıtrattan var olduğu. ‘Ağaç yaşken eğilir’ atasözüne, ‘Sevgi küçükken aşılanır’ diye bir ilave yapılsaydı, hiç kuşkusuz altında Şerafettin Özkan’ın imzası olurdu.
Murat Güven: Şerafettin bey, sizinle yapacağımız bu yolculuğa müsaadenizle ilk duraktan başlamak istiyoruz, ne dersiniz?
Tersine göç
Şerafettin Özkan: Ben size daha da evveliyatını anlatayım;
Yıl 1938…Dedemin Balat’ta şeker üretimi yapan, askeriyeye vs. geniş bir pazarlama ağı olan, çok sayıda işçi çalıştırdığı bir imalathanesi var… Dedem 41 yaşında vefat ediyor… Dedemin ölümünden sonra babam bazı nedenlerden dolayı, Atatürk’ün ölümünden 3 ay önce, ailenin en büyük ferdi olarak, herkesin Kastamonu’dan İstanbul’a göçtüğü bir dönemde tersine göç ederek, ailemizi Kastamonu’ya götürüyor… Ben 1953 yılında doğmuşum. 1956 yılında, ben 3 yaşındayken ailemiz tekrar İstanbul’a göç ediyor ve babam, baba mesleği şekerciliğe kaldığı yerden devam ediyor.
Çocukluğum Bayrampaşa’da geçti. Öğrencilik hayatım ilkokuldan başlayarak okul saatleri dışında çalışmakla geçti. Okul çıkışlarında hem imalathane de çalışır, hem de sokaklarda şeker satardım. Sabah erken kalkıp gazete satar, sonra okula giderdim.
Çocukluktan itibaren ticaret hayatının içinde yer almamın ve pratik matematiği iyi öğrenmiş olmamın ileriki yıllarda çok faydasını gördüm. Öyle ki; hocalarım benim bu matematik bilgim karşısında hayrete düşerdi. Bunun sırrını öğrenmek için Milli Eğitim Bakanlığı’nın ileri gelen müfettişleri beni görüp incelemeye gelirdi.
16 yaşına girdiğimde ki, o yıllarda babam inşaat ve gayrimenkulle de ilgilenmeye başlamıştı. Ben de babama destek olmak için müşterilere arsa gösteriyor, satış yapıyordum.
Tahsilinizi de ihmal etmediniz ama değil mi?
Lise tahsilimi Sultanahmet Ticaret Lisesi’nde tamamladım. O yıllarda şimdiki siyasetçileri yetiştiren Milli Türk Talebe Birliği’ne mensup bir arkadaş çevrem oldu. Sonra, bazı sebeplerden dolayı bu ilişkilerimiz son buldu ve ben, farklı ideolojilere sahip arkadaş ortamlarında da bulundum. Birbirinden farklı akımlarla dostluk kurmakla kendimce hayata dair bir sentez geliştirdiğimi ve olgunlaştığımı düşünüyorum.
Babam bana ve ağabeyime (Akif Özkan) çok güvenirdi. Üzerimize mülk tapusu ve vasıta ruhsatı yapmaktan çekinmezdi. Bu bizim çalışma azmimizi artırırdı.
Üniversite hayatıma babamdan gizli başladım. Ağabeyim, sağ olsun bu konuda beni çok idare etti. Üniversite tahsilim konusunda ağabeyimi çok takdir ederim. Girdiğim imtihanda Türkiye genelinde dereceye girdim. İktisat Fakültesine başladım. Bana, ‘bu puanla neden tıp fakültesine girmiyorsun’ dediler.
Askerliğinizi hangi yıl, nerede yaptınız?
Askerlik vazifemi 1978-1979 yıllarında yedek subay olarak İstanbul-Halıcıoğlu’nda ve Ankara 28. Tümen’de levazım subayı olarak yaptım. 1980’in başlarında terhis oldum.
“12 Eylül İhtilali kaçınılmazdı”
Yani 12 Eylül Askeri Darbesinin hemen öncesi… 12 Eylül Darbesi’ne nasıl bakıyorsunuz?
Bence 12 Eylül İhtilali kaçınılmazdı, yerindeydi. Türkiye bir kaos ortamındaydı. Gayrı resmi enflasyon % 150’ydi. Sağ-sol diye ayrıştırılan vatandaşlar, karşılıklı insan kıyımı yapar olmuştu. İnsanlar kutuplara bölünmüştü.
30 yıl sonra 12 Eylül Darbesi’nin gündeme getirilmesini ve başta ihtilalin komutanı Kenan Evren olmak üzere, dönemin askeri yönetimine dava açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Askeri rejimin kendi dönemi içinde değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. O dönemde yapılan askeri rejimi savunuyorum. O gün Kenan Evren’e methiyeler düzen birtakım yazar-çizer ve siyasetçi, bugün çark etmiştir, o gün söylediğini bugün inkâr etmektedir. Maalesef, insanlar, olayları kendi çıkarları doğrultusunda değerlendiriyor. Bugün yapılan şeylerin ayağına basılan insanlar tarafından rövanşist duygularla yapıldığını düşünüyorum.
Kaç yılında evlendiniz?
1980 yılında evlendim.
Nasıl bir evlilikti sizinki? Aşk evliliği mi, görücü usulü mü? Evliliğinizin unutulmaz bir hikâyesi var mı?
Evet, var; Ben daha 11 yaşındaydım, ağabeyimle birlikte şimdi kayınvalidem olan Perihan hanımın düğününe gitmiştik. Düğünde bana, ‘kızım olacak ve sen damadım olacaksın’ demişti. Aradan yıllar geçti, ben askerlik vazifemi bitirdim. Ailem ve yakın çevrem, artık evlenmem gerektiğini söylüyordu. 1980’in ilk ayları… Düğününe gittiğim müstakbel kayınvalidem Perihan Hanım ve yanındaki sonradan eşim olacak kızı Deniz’le karşılaşıyoruz… Bana dedi ki; ‘Bak, sana yıllar önce damadım olacaksın demiştim, işte bu benim kızım.’ Ben, şaka yollu ‘bırak çoluk çocuğun yanında konuşturma beni’ dedim. Daha 15 yaşlarında olan Deniz bana, ‘sen misin bana çocuk diyen’ der gibi bir bakış atıyor… Ve o şekilde başlayan yakınlaşma sonrası 30 Temmuz 1980’de evlendik.
“Çocuklarım benim gururum”
Kaç çocuğunuz var?
3 çocuğum var; iki erkek, bir kız. Büyük oğlum Sadık Selçuk, Restorasyon Uzmanı Yüksek Mimar. Kızım Sinem, Turizm İşletmecilik mezunu… Abanalı işadamı Cemal beyin oğlu Erdem’le çok güzel bir evlilik yaptı. Allah herkese böyle bir evlilik nasip etsin. Küçük oğlum Serdar üniversiteye hazırlanıyor. Dün akşam onun Kültür 2000’de mezuniyet gecesi vardı. Törende adı anons edilirken sitayişle söz edilmesi gözlerimi yaşarttı. Çok gururlandım, övünç duydum. Çocuklarımın üçü de bana güzel duygular yaşattı. Onlarla ilgili öğretmenlerinden ve çevremizden hep övgüyle söz edildi. Nasıl bu kadar beyefendi hanımefendi çocuklar yetiştirdiniz diye güzel sözler duydum. Yaşıtlarının aksine çok anlayışlı ve çok sevecenlerdir. Onlarla ne kadar gurur duysam azdır.
Anneniz ve babanız hayattalar mı?
Evet, hayattalar. Babam Kastamonu hayranıdır, ama yaşlandı; 91 yaşında. Herkesin annesi kendine göre melektir ama benim annem hakikaten melektir. Annem maalesef 5-6 yıldır Alzheimer hastası. Zaman zaman bizi bile tanımıyor, bu çok acı bir şey. Onlar Selim Paşa’daki yerimizde kalıyor, bakıcıları var, çok rahat bir hayatları var, sık sık ziyaret ediyoruz.
Ve torununuz Ceylin…
İnsan yaşayınca anlıyor, torun sevgisi bambaşka bir şeymiş. Torunum Ceylin’e olan sevgimi anlatmaya kelimeler kifayet etmez. Akşamları babası Ceylin’i alıp gittiğinde yarın hangi bahaneyi uydurup ta torunumu getirsem diye düşünüyorum.
“Doygunluğa ulaştım”
İşadamı vasfınızla kat ettiğiniz aşama aşikâr. Renkli de bir kişiliğiniz var. Farklı yönlerinizi tanımak istiyoruz… Hobileriniz, özel zevkleriniz neler?
Türkiye’nin en ünlü insanlarıyla dostluklarım oldu. Medya dünyasının tanınmış simalarıyla aynı ortamlarda bulundum, TV programlarına çıktım. Hatta sokakta insanların beni tanıyıp; ‘bak bu o adam değil mi’ diye birbirlerine beni gösterdiği zamanlar oldu. Ancak, hiçbir şeyi hobi haline getirmedim. Her şeyi zamanında ve dozunda yaptım. Her zaman kontrollüydüm. Halk tarafından tanınmanın bir ayrıcalık olduğu hissine kapılmadım. Ve belli bir zaman sonra insan, doygunluğa ulaşıyor.
Hali vakti yerinde bir işadamı olduğunuz geniş bir çevre tarafından biliniyor. Sizinle aynı sosyal statü de olan insanların birçoğunun yaşam tarzı da malum. Gördüğümüz kadarıyla siz mütevazı bir hayat sürüyorsunuz… Paraya köle olup hayatı çalışmaktan ibaret sanma hastalığından nasıl kurtuldunuz, nasıl bu dinginliğe ulaştınız?
Dediğim gibi, ben hayatın her türlü nimetini tattım. Zaten X milyarlık servetiniz de olsa, dünyanın en zengin insanı da olsanız, yiyeceğiniz lokma bellidir, gezeceğiniz yer bellidir, yaşayacağınız hayat belli bir ömürle sınırlanmıştır. Paranın kölesi olmak ta, parayı kendimize köle etmek te insanın kendi elindedir. Bu, hayata bakış açısıyla ve doygunlukla ilgilidir.
Baba ocağı Seydiler…
Siz Seydilerlisiniz… (İmrenler köyü) Baba ocağı Seydiler’le ilgili neler yaptınız?
Bunları pek konuşmam ama sordunuz diye söylüyorum; Babam, (Hacı Sadık Özkan) orada tanınan ve saygı duyulan bir insandır. Cami’ler, Kur’an kursları, talebe yurtları, çeşmeler inşa etmiştir. Babam, ‘burada şuna ihtiyaç var’ dediğinde biz her türlü desteği sağlıyoruz.
Seydiler’de, büyük bir arazi üzerine fabrikalar yapma girişiminiz vardı…
1250 dönümlük araziye, o yörenin insanı olmadığı halde o yöreyi seven insanların öncülüğünde bizim de içinde olduğumuz bir grup girişimci tarafından fabrikalar yapılmaya başlandı. Fakat (isim vermeye gerek), yok bazı insanlar bunlar rantçı diye feveran etti. Oysa oraya yatırım yapmak isteyen 20 işadamının hiç birinin buna ihtiyacı yoktu. Dar ufka sahip olan insanların engelleme girişimiyle karşı karşıya kaldık. Keşke Seydiler’e yatırımlar devam edebilse, istihdama katkı sunulabilseydi.
“Kastamonu Holding hayal kırıklığı”
Aslında sizin istihdam yaratacak yatırımlarla da ilgili projeleriniz vardı ve bu projeler, Kastamonu Holding’le bağlantılıydı sanırım. Kurucuları arasında yer aldığınız Kastamonu Holding’le ilişkileriniz nasıl?
Kastamonu Holding kurulurken benim küçük oğlum birkaç aylıktı. Ben memleketime hizmet edebilme sevdasıyla, daha yaşına girmemiş oğlumu dâhil bütün ailemi, 20’ye yakın kişiyi şirket ortağı yaptım. Benim amacım orada yapılacak yatırımların çok daha rantabl olmasıydı. Kastamonu’nun makûs talihini değiştirecek yatırımlar yapalım, bir şeyler üretelim istedim. Kastamonu Holding, maalesef iyi yönetilememiştir, kuruluş amacına uygun hareket edilmemiştir. O kadar devre mülkler satıldığı halde hâlâ borç içindedir. Bu konuda hayal kırıklığı yaşadım.
1999 depreminde, sizin yaptığınız binalar arasında hasar gören oldu mu?
Gururla söylüyorum bir tek binamızda bırakın hasar görmeyi çatlak bile oluşmadı. Ağabeyimle birlikte yaptığımız bütün binaları gezdik ve yaptığımız işin sağlamlığından gurur duyduk.
“Kentsel dönüşüm bu haliyle verimli olamaz”
İnşaatçılık sektörünü iyi bilen bir müteahhit olarak deprem sonrası hız verilen kentsel dönüşümle ilgili neler söylersiniz?
Kentsel dönüşüme yanlış başlandı. Sağlıklı projeler üretilemedi. Sizin, tespit ettiğiniz semtte yıkım yapabilmeniz için önce orada evlerini yıktığınız insanların barınabileceği yerler oluşturacaksınız. Yıktığınız yerlere yeni binalar inşa etmek yetmez, oraların altyapısını tamamen yenileyeceksiniz. Kentsel dönüşüm kitlesel olmalı, meseleye geniş açıdan bakılmalı. Bakıyorum, hem kentsel dönüşümden söz ediliyor, hem de her yere yeni imar izinleri veriliyor, bu durum işi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Yatırımını gayrimenkule yapmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur?
Yatırım yapmak için her alanda birçok kıstas vardır. Ben özetle şunu söyleyeyim; kente en yakın yer, en çabuk gelişecek, en fazla prim yapacak yerdir.
İdeolojik olarak, siyasi görüş olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Her siyasi görüşle, insana değer veren, kanunsuzluğa prim vermeyen her ideolojiyle barışığım. İnsanlarla iletişim kurarken onların dinlerini ırklarını sorgulamam. Benim kriterim, bir insanın ne kadar ‘insan’ olduğudur. Ekonomik anlamda Liberalizmi benimsiyorum.
Hayatta yapmak isteyip te yapamadığınız bir şey var mı?
Çok şükür, parayla yapılabilecek her şeyi yaptım.
Kirlenmişlikten kaçış…
Burası sizin için ne ifade ediyor?
Burası benim kirlenmiş ilişkilerden, riyakârlıklardan, çıkarcılıktan, dedikodudan kaçış yerim. Ailemle, dostlarımla birlikte mutluluğa demir attığım gönül okyanusum.
Röportajı sonlandırdığımız sırada, Şerafettin beyin ağabeyi Akif Özkan geliyor yanımıza… Şerafettin beyle olan ilişkilerinin sıcaklığı ve samimiyeti eşine ender rastlanır cinsten. Buna şaşıranın yalnızca biz olmadığımızı Akif beyin sözlerinden anlıyoruz; ‘Kardeşimle olan diyaloğumuzu gören herkes, bu nasıl bir ağabey kardeş ilişkisidir, size gıpta ediyoruz der’ diyor. Biz Akif beyle sohbet ederken, Şerafettin beyin kendi elleriyle hazırladığı “Mangal Mönüsü” nün hazır olduğu tüyosunu alıyor ve servise hazır şekilde bizi bekleyen yemek masasına geçiyoruz… Doğrusu, afiyet oluyor.
Bu yazı içeriğinin tüm hakları www.istamonu.com ve GAZETE İSTAMONU’ya aittir. İzinsiz yayınlayanlar hakkında hukuki işlem başlatılacaktır