Yâ Rab ol düşman bakışlu yara n’itdüm n’eyledüm (Gazel)
Dimiş idün saçuna sünbül-i hoş-bûdur bu (gazel)
Devir Fatih Sultan Mehmet devri.
Askeri dehası kadar edebi zevki de eşsiz bir padişah olan II.Mehmet, hem fethin babası yani Ebu’l Feth hem de Avrupalıların deyimiyle Büyük Türk (Grand Turco). Döneminin önde gelen şairlerinden aynı zamanda.
Avni mahlasıyla divanı olan şair padişah, devrinin edebi kişiliklerini önce gönül sarayında sonra da payitahtında özel değer verir.
Bu şairlerden biri de Necati.
XV. yüzyıl Anadolu Dîvân şiirinin, Bursalı Ahmed Paşa’dan sonra en ünlü şairidir.
Asıl adı İsa Necâtî Bey olan şair, Edirnelidir. Fakir bir aileye mensup olduğu ve yetim kaldığı için Edirneli bir hanım tarafından büyütülmüştür. Ondaki zekâ ve kabiliyeti gören şair Sâilî, öğrenimini üzerine almış, iyi bir eğitim ve öğretim görmesini sağlamıştır. Öğrenim derecesi, Medresenin yüksek kısımlarına kadar varır. Yaradılışı dolayısıyla hemen edebiyatta, şiir ve inşaya yönelmiş ve bu yolda yürümüştür. Bir ara Kastamonu’da da bulunan Necatî, şiir söylemekte üstün başarıya orada ulaşmıştır.
Edirne’de doğmakla beraber, asıl yetiştiği ve üne kavuştuğu yer Kastamonu’dur.
Önceleri şiir alanında, Kasîde-i Şitâiyye’siyle Fâtih Sultan Mehmed’in dikkatini çekmiştir. Sonra padişahın Dîvân Kâtipliği’ne tayin edilmiş ve himayesini görmüştür. Fatih ölünce, II. Bayezid’in himayesini görmüştür. Daha sonraları, Karaman valisi Şehzade Abdullah’ın Dîvân Kâtipliği’nde bulunmuş, onun 1484 de ölümünden sonra İstanbul’a gelmiştir. Yirmi yıl İstanbul’da kalmış, bir ara çok sevdiği II. Bayezid.’in oğlu Şehzade Mahmud’a Saruhan (Manisa) Sancağı’nda Nişancılık görevinde bulunmuştur. Burada “Bey” unvanını alarak, Necatî Bey diye anılagelmiştir.
Kendine özgü zengin hayâlleri ile süslü şiirlerindeki rindâne üslûp ve nükteli anlatımıyla övünür. Eşsiz cinasları, anlamca yeni ve dillerde atasözü gibi dolaşan şiirleri, Ahmet Paşa’nın şiirlerine yakın; sanat gösterişinden uzak, tabiî oluşu nedeniyle de Zatî’nin şiirlerinden üstündür. Türk Edebiyatı’nın İran etkisinden uzaklaştırılmasında büyük katkılarda bulunmuş, şiire canlılık kazandırmıştır.
Necatî Bey, Şeyhî’yi, İran şâirlerinden Kemalüddîn İsfahanî, özellikle Nizamî ve Selmân-î Sâvecî’yi takdir etmiş, başkalarının şiirlerinden anlam çalanları acı bir dille yermiştir.
Şiirinde az ve öz anlatım yolunu seçmiş, zaman zaman kendi şiirini de övmüştür. Anlatımı atasözü tarzındadır. Anlatımının el değmemiş, yani başka şiirlerden çalma mazmunları olmadığını açıkça söyler.
Dîvân, Münâzara-i Gül ü Husrev adında henüz ele geçmemiş bir mesnevisi vardır
1507’de Şehzade Mahmud’un ölümünden sonra İstanbul’a gelmiş ve 17 Mart 1509 tarihinde Vefa’daki evinde ölmüştür.
En çok bilinen “Döne döne” gazelini Fatih ‘e sunmuş ve övgüler almıştır.
“ Çıkalı göklere ahum sereri döne döne
Nice kâkül nice mu sünbül-i gül-bûdur bu
Günümüz Türkçesiyle:
1.Çığlıklarımın kıvılcımı, döne döne göklere çıkalı gökyüzü kandilinin -güneşin- ciğeri, döne döne yandı.
2.Saçlarına asılanın ayağı yere mi basar ! Şevkle, zevkle döne döne canını da verir, başını da.
Bugün okullarda Divan Edebiyatı dersleri okutulmuyor. Ne yazık ki!
Köklerinden ve değerlerinden bihaber olan milletlerin fertleri, başka dünyaları modelleyerek yaşarlar. Sanat ve estetikle kuşatılmış bir medeniyetin ferdi olarak yaşadığımız coğrafyada ihtiyacımız olan tek unsur geçmişe bakmak ve anlamaya çalışmak.
O zaman varolduğunuz yerde anlamlı olduğunuzu hissedeceğimiz gibi, kıymeti değer arzeden geçmişimize de vefakârlık göstermiş olacağız.
Daha ne olsun.
Selam ile.