An gelir
Paldır küldür yıkılır bulutlar
Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
O eski heyecan ölür
An gelir biter muhabbet
Çalgılar susar heves kalmaz
Şatârâbân ölür
On umut kırılmıştır
Kaf Dağı’nın ardındaki
Ne selam artık ne sabah
Kimseler bilmez nerdeler
Namlı masal sevdalıları
Evvel zaman içinde
Kalbur saman ölür
Kubbelerde uğuldar bâkî
Çeşmelerden akar Sinan
An gelir
-lâ ilâhe illallah-
Kanunî Süleyman ölür…
Bu dizeler Attila İlhan’ a ait. An’ların sonsuzluğu içinde bir an’lık gezinti yaptırır bize.
Bazı an’lar vardır, asırları barındırır içinde. Beklemek, bilmemek, susmak meselâ… Her yiğidin harcı değildir.
Acılar içinde kıvranan bir hastayı düşünün; ona sabahın ne kadar geç olduğunu… Sevdiği birini yoğun bakımda saydam bir kabinden izleyen birini düşünün. Sevdiğini bekleyen birinin saatlerin saniyeleri nasıl saydığını düşünün meselâ…
Keşkelerin hayatımıza üşüşmüş, zamanı umursamayan küstahlığını an’lar kucağımıza bırakır ve gider. En soysuz bizi birden sarsar. Savunma yapamazsınız, saldıramazsınız da. Sadece teslim olursunuz.
İnsan olmanın mecburiyetlerinden belki de an’ları yaşamak. Kaçamamak… Tutulakalmak…
Uzmanlar hayatımızda karanlıklar artmaya başladığında kendinize aydınlık bir köşe bulun ve oradan geceyi seyreder gibi seyre dalın diyorlar. Yani karanlıklardan bir ışık bulun kendinize. Kendi huzurunuzu kendiniz oluşturun diye.
An’ları yaşamak ve kıymetini anlamak zor…
An’ların duymak istemediğimiz sesini susturmak da…
En güzeli işte ikisi arasında kendimize bir pencere bulup seyretmek ve değerlendirebilmek…
Gerisi size kalmış…
Selam ile…