Son bir aydır ateşin düştüğü yer İSTAMONU camiası oluyor…
Önce teknik ekipten Reklam ve halkla İlişkiler birimi sorumlusu Ali Pulatkan’ın babası Hüseyin Pulatkan’ı…
Ardından bu köşenin yazarı Yunus Mürebbi’nin (Erdal Arslan) babası Hacı Mehmet Arslan’ı…
Ve en son Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Karadeniz’in annesi Ayşe Karadeniz’i kaybetti İSTAMONU camiası…
Ateş düştüğü yeri yakar…
Ve ateş düşene kadar kimse verdiği acının derecesini bilemez!
Her gün, her saat, her dakika ve her saniye aslında ateş bir yerlere düşmektedir!
İnsan kendi ocağına düştüğünde fark eder bu dünyaya neden “fani” denildiğini!
…
Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber.
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?
Derken üstad dizelerinde, aslında kısa, kısır, fani bir duraktan sonsuzluğa uzanan yolculuğa işaret eder.
Ölüm…
Her ne kadar bu dört harf, iki hecelik kelime insana ürperti verse de;
Her an bir adım daha yaklaştığımız bir gerçektir…
Acı gerçek!
Bütün ömrü dünyalık heybesini doldurmak peşinde geçenler için…
Fani bir alemin makamı, mevkisi, şöhreti, şatafatı, malı, mülkü uğruna heder edilen ömürler için ACI GERÇEKTİR ÖLÜM!
Ölmeden ölmeyi becerebilenler…
Ölümünden sonra ardında kendisini hayırla yad ettirecek eserler, iyilikler, fikirler, güzellikler bırakabilenler…
Cenazesinde “ne iyi insandı” sözünü yürekten söyletebilenler…
Ve ardında hayırlı evlatlar ve nesiller bırakabilenler…
Onlar için ÖLÜM;
“Şeb-i Aruz” dur…
Mevlana misali düğün gecesi olur böyle insanlara ölüm…
…
Her tabut;
Bu dünyanın makam ve mevkisinin son tahtını gösterir bizlere…
Her mezar;
İçine girebileceğimiz en lüks, en konforlu evin iki metrekarelik bir toprak parçası olduğunu haykırır suratımıza…
Ve mezar toprağını gözyaşlarıyla öpüp mezarlıktan ayrılan her insan;
Bu dünyadaki en büyük dostumuzun kendimiz olduğunu çarpar yüzümüze…
Bilin ki;
En büyük tahtınız dört adamın taşıdığı bir tabut;
En konforlu eviniz bir buçuk metrelik bir çukur;
Ve en büyük dostunuz yaptığınız iyilik ve kötülükler olacaktır…
…
Cümlemizin ölüm gecesi Şeb-i Aruz olsun…