Uzlaşma nedir diye sorduğumuzda birden çok tanım çıkıyor karşımıza. Pek çok insanın, kendi duygularına tercüman olacak şekilde tanımlar yaptığını görüyoruz. Hele taraf olanlar ile bu gibi konularda muhabbet etmek mümkün değildir. Taraf olan kişilerle uzlaşmayı konuştuğun zaman, taraf olan insanların duygularını rahatlatacak şekilde bir adım değil, bütün adımları sen atarsan ancak uzlaşma olur. Bu düşünceye sahip birçok insan, siyasetçi, akademisyen ve bürokrat mevcuttur…
Bugün taraf olanların, uzlaşma niyetleri ortak bir noktada buluşmak değil, kendi taraflarında buluşmaktır. Uzlaşma için ortak bir zemin aramaya, çoğunluğun görüş ve düşüncesini dikkate almaya gerek yoktur. Herkes onların düşüncesine teslim olacak, fikirlerini kabul edecek ve hayat tarzını benimseyecektir. O zaman uzlaşma sağlanmış olacaktır. Çoğunluk ne istiyor, çağdaş demokrasilerde nasıl uzlaşılıyor, evrensel değerler neyi gerektiriyor, bunların hiç biri önemli değildir. Onların dediklerini kayıtsız şartsız kabul ederseniz, uzlaşmış olursunuz. Aksi takdirde sizinle bir arada yaşanmaz. Onların uzlaşma şartlarını kabul etmezseniz, “ötekiler” diye tanımlanırsınız.
Taraf olmak ne demektir. Haklı haksız bir konuyu desteklemektir. Veya karşıdaki bireylerin hak ve hukuklarını hiçe sayarak kendi dediğini zorla kabul ettirmektir. İnsanlar bir arada yaşamak zorunda olduklarına göre birbirlerine katlanmak ve uzlaşmak zorundadırlar. Bazı konular senin hoşuna gitmeyebilir ama sana bir zararı yok ise uzlaşma olmalıdır.
Peki, uzlaşma nasıl olacak. Sahip olduğun bilgileri duygularımızdan ayırıp karar verebildiğimiz sürece uzlaşma konusunda sıkıntı çekmeyiz. Mevcut bilgileri duygularımızdan ayırmadığımız müddetçe de uzlaşma yapamayız. O halde uzlaşma bir kültür ister. Kültürdeki maksadımız üniversite mezunu olmak, akademisyen olmak, siyasetçi olmak demek değildir. Duyguların esiri olmayan insanlar kültürlüdür. Çünkü uzlaşmayı sağlayamayanlar çoğunlukla akademisyenler, siyasetçiler ve bürokratlardır. Hâlbuki halkın içine girdiğimizde her konuda uzlaşmayı çok rahat görebiliyoruz. Toplum kendi arasında belli konularda uzlaşmayı sağladıysa, akademisyene, siyasetçiye ve kurumlara düşen görev mevcut olan uzlaşmayı pekiştirecek şekilde fikir üretmektir.
Demokrasilerde uzlaşma, çoğunluğun tarafında olur. Azınlığın dediğinde uzlaşma olacaksa, o zaman seçimin bir anlamı kalmaz. Millet sandığa attığı oylarla nerede uzlaşılacağını gösteriyor. Buna rağmen, halkın tercihini dikkate almadan “ben azınlığım, ama benim dediğim olmalı” diye diretilirse, bu uzlaşma değil dayatma olur. Yani azınlığın çoğunluğa tahakkümüdür. O zaman “çoğulcu demokrasi” yerini “ azınlıkçı demokrasi” şeklini alır ki, dünyada böyle bir ucube demokrasi örneği yoktur.
Aslında bireysel hak ve özgürlüklerde, bir başkası ile uzlaşmaya gidilmez. Uzlaşma aynı zamanda bir pazarlıktır. İnsan hakları ise, pazarlık konusu yapılamaz. Ne yazık ki, bugüne kadar ülkemizde en temel haklar bile siyasete malzeme olmuş ve pazarlık konusu yapılmıştır. Buna rağmen toplumda bazı problemlerin çözülmesi konusunda uzlaşma ihtiyacı hissedilmiş ise tüm siyasetçiler, akademisyenler, kurumlar ve bürokratlar kafa yorup laikliği daha güçlü kılacak aynı zamanda toplumun isteği doğrultusunda problemlerin çözümünde katkı sağlayıp uzlaşma kültürünü sergilemelidirler diye düşünüyorum. Çünkü mecliste uzlaşma kültürünü aramak istemeyenler parklarda kavgayı tercih edecektir.
Saygılarımla…