İlkel insanlar krallarından hem çok korkarlar hem de onları korumaya çalışırlardı.
Korkarlardı çünkü; krallarının elinde korkunç ve sihirli (!) güçler vardı. Bu güçler, elektrik yükü gibi bir dokunuşla başkasına geçebilir ve bir biçimde ölümlerine (!) yol açabilirdi.
Halk, zaman zaman bu korkunç sondan kurtulmak, beladan arınmak için toplu ayinler(!) düzenlerdi.
Krala yakın olmak, kralın kendilerine dokunmasını sağlamak bambaşka bir ayrıcalıktı. Eğer kral ona dokunuverecek olursa o, her anlamda iyileşecektir (!)
Büyük İngiliz devriminden sonra İkinci Charles öyle iyi iyileştiriyormuş ki, iyileşmek isteyenlerden bazıları kalabalıkta, itiş kakış arasında ezilerek ölüvermişti. Ancak Üçüncü William, dokundurarak iyileşmek için kuyruğa girmiş olanlara “Tanrı size akıl versin!” demekle yetinmişti.
Maori kralının çakmağı kaybolmuştu. Çakmağı bulanlar o çakmakla çubuklarını (bizdeki cıgara yani) yakmışlardı ama çakmağın kimin olduğunu öğrendiklerinde hepsi korkudan ölüvermişlerdi.
İlkel insanlar krallarını korurlardı, çünkü krallarının dünyanın gidişin düzenleyen bir kişi olduğuna; mutluluk ve adalet sağladığına inanırlardı. Ancak, bazıları da krallarının ellerindeki gücü iyi kullanıp kullanmadıklarını denetlemeyi kendileri için zorunlu sayardı. Krallar, yalnızca uyrukları için olmalıydı. Kralların varlığı, ancak doğanın gidişini halkın çıkarlarına uygun olarak yönettikleri zaman değerli olabilirdi. Krallar bunu yapmazlar ise halk, ona gösterdiği özenden, bağlılıktan, dinsel saygıdan vaz geçerdi. Bu kez ona karşı bir nefret ve aşağılama başlardı. Kral, utanç verici bir biçimde koltuğundan kovulurdu. Canını kurtararak kaçabilirse de şükretmeliydi. Bir gün tanrı gibi kutsanan kişi ertesi gün büyük bir suçlu durumuna düşebilirdi.
En tehlikeliler ise kralların yardımcılarıydılar. Onlar, kendilerinin kraldan aşağıda olmasını hazmedemezler ama güçleri yetmediği için bir yandan kıskanırlar bir yandan da yağcılığını yaparlardı. Kendilerini halkın üzerinde gördüklerinden mutlu olurlar, halkı küçümserler ama sinsi sinsi de krala karşı kışkırtmaktan geri durmazlardı.
İlkellik, böyle bir şeydi işte…
Haa! Bunları ben demiyorum, tövbe!…
Bundan tam yüz on yıl önce Freud ile Frazer demiş…Ben külliyen suçsuzum…
Ve bir deney: Bir projektörle duvardaki bir perdede bir slayt gösterilmektedir. Gösterilen fotoğraf, herkesin bildiği bir yangın musluğudur. Ancak ilk fotoğraflar net değildir, renkler karışıktır. İzleyenlerden, gördükleri fotoğrafın ne olduğu sorulur. Farklı görüşler ileri sürülür. Sonra fotoğraf netleştirilir. Sonuç şudur: Fotoğrafın ilk görüntülerinde yanlış tanım yapanların fotoğraf netleşince de doğruyu bulmakta zorlandığı, önceden hiç tanım yapmayanların fotoğrafın ne olduğunu çok daha çabuk anlamış oldukları…