Toplumca sevdiğimiz hususlardan biridir abartma. Yaşadığımız olayları, o an ki hissiyatımızı biraz abartarak anlatırız. Çoğu zaman anlatan abartıyı fazla kaçırırsa gülünç duruma düşer. Her halde en büyük abartma işini de avcılar yapar. Aynı fikirdeyiz değil mi? İnanmıyorsanız geçen gün iki domuzla karşılaşıp birini alnının çatısından vuran, diğerini ise bacağından yakalayıp tutan avcıyı dinleyin.
Nerden mi çıktı bu konu? Bahsedeceğim konudan önce duygularımız hakkında bir giriş yapmak istedim. Bizler kahramanımızı göklere çıkarmayı seviyoruz. Düşmanlarımızı da yerin dibine batırmayı. Arası yok… Menkıbeden bahsedeceğim size. Tarihi ve dini olayların masalsı şekilde anlatılmasından yani… Her ne kadar tarihi olaylara destan, dini olaylara menkıbe dense de. Sonuçta halk arasında destanlaşan içinde abartı da bulunan olayların anlatılmasıdır menkıbe. Olayların öyle olmadığını ispat etmek te mümkün değildir. Sadece inanmanız ile ilgili bir durumdur. Siz hiç Kastamonu ile ilgili menkıbe biliyor musunuz? Amma çok soru soruyorum değil mi? Bak bu bile soru oldu. En azından ben çok menkıbe bilmiyorum. Çanakkale savaşları ile ilgili çokça bildiğim var. Ancak Kastamonu ile ilgili bilmiyorum.
Bu konuda yapılan çalışmalardan biri de Ragıp ATLI’nın Şeyh “Şaban-ı Veli Türbesi çevresinde oluşan inanç ve uygulamalar” adlı çalışmadır. İçinde Şeyh Şaban-ı Veli ile ilgili menkıbeler bulunmaktadır. Yine Ömer Fuadi’nin “Menâkıb-ı Şaban-ı Velî” adlı eseri de aynı menkıbelerden bahsetmektedir. (Ömer Fuâdî, Menâkıb-ı Şerîf Pîr-i Halvetî Hazret-i Şa’bân-ı Velî, Süleymâniye Ktp. Reşid Efendi, nr.478, İstanbul 1294)
Yeri gelmişken bir menkıbe paylaşalım Şeyh Şaban-Veli hazretleri ile ilgili.
Şeyh Şaban-ı Veli’nin yanına bir gün bir fakir gelir. Çok fakir olduğunu, bir eşeğinin olduğunu onun da öldüğünü söyler. Çocuklarının geçimini temin edecek hiçbir şeyin kalmadığını, namerde muhtaç olmak istemediğini söyler. Bunun üzerine Şeyh Şaban elini açarak Allah’a bu fakirin duasının gerçekleşip, geçimini temin edecek yolun bulunması için dua eder. Duanın bitiminde dergâhın kapısı açılır ve atın üzerinde bir adam yedeğinde bir katırla içeri girer. Şeyh Şaban’a yedeğinde katırı hediye etmek istediğini söyler. Şeyh Şaban-ı Veli de fakire dönerek: Allah ölen eşeğin yerine daha iyisini hediye etti. Bu katır senin der. Olayın ne olduğunu anlamayan adama fakirin durumu anlatılınca, adam aslında katırı yarın getireceğini ama içinden bir sesin mutlaka bugün götürmesi gerektiğini söylediğini anlatır. Böylece fakir adam geçim kaynağı olacak bir katıra kavuşmuştur. (Alıntı)
Bildiğiniz menkıbeleri bizimle paylaşırsanız mutlu olurum. Köşemizde yer verme fırsatımız doğar. Sizleri Topal Akif hikayesi ile başbaşa bırakıyorum. Esen kalın.
Arabadan Ahmet Ağa ve yirmili yaşlarda iki delikanlı indi.
“Uğurlar ola” dedi Ahmet Ağa. Selamlaştılar. Akif’in başından geçenleri anlattılar. Ahmet Ağa da üzülmüştü olanlara.
“Kemal, oğlum. Sen öküz arabasını al Karaçam köyüne götür. Akif’in babası Mustanı tanırdım. Çok iyi adamdı. İmecede çok çalışmıştık beraber. Var git, Akif’in anasına olanları anlat. Meraklanmasın anası” dedi Ahmet Ağa.
Kemal kapkara bir delikanlıydı. “Tamam buva” dedi ve Öküz arabasına yöneldi.
Muzaffer,
“O zaman Mehmet bir el atta, Akif’i jipe bindirek. On beş dakikaya galmaz Azdavaya inerüz” dedi.
Akif cipin arka koltuğuna yatırılmıştı. Gözlerinden yaş dinmiyordu. Azdavay’a giderken yol boyunca çevredeki ağaçlara düşman gibi bakıyordu. Her yer ağaçtı. Hem de sonbaharın etkisi ile her renkten ağaç göze çarpıyordu. Turuncunun her tonunu bulabildiği gibi yeşilin her tonunu da görebiliyordu. Daha dün dinlenip ekmek yediği yerden, şimdi acı içinde geçiyordu.
Kafası cama dayalı halde bunları düşünürken uyuya kaldı.
Devamı Haftaya
***