Her Kastamonu’ya gidişim sonrasında sizlerle gözlemlerimi paylaşma isteğim doğuyor. Bu sefer yola haziran ayının ortaları mübarek Ramazan’ın ikinci günü çıktık. Yağmurun bereket olduğu ve oruç tutan kardeşlerimize ferahlık verdiği bir günü yaşıyorduk. Dağ-taş yağmurla yıkanıyordu. Yeşiller daha bir yeşil, kırmızılar daha bir kırmızıydı. Hele ki hava bambaşkaydı.
Turumuza yine Karabük’ten Eflani’ye yol ayrımı ile başlayalım. Yollar bomboştu bir kere. Tek tük geçen kamyonlar yolların hükümdarlarıymışçasına son sürat gidiyorlardı. Ve bazıları sırtına bindirilen tonlarca ağırlık altında sıkıla sıkıla tırmanıyordu tepeleri. Arabanın arkayı gösteren aynasından şoförlere bakıyordum, araçları geçtikten sonra. Sabit bir yere odaklanmış şekilde ilerleyen orta yaşlı adamlardı çoğu. Evet, orta yaşlılar. Sonra öğrendim herkes tır almış bizim oralarda. Otuzlu yaşlarının sonunda kim varsa geçiyormuş tırın başına. Uzun yollara koyuluyorlarmış. Azdavay’dan mermer, Pınarbaşı’ndan tomruk… Sonra ver elini Anadolu. Yaşlarını yollara iz olarak bırakıp yıllar sonrasına taşıyorlarmış.
Yollar fena değildi. Asfalt çalışmaları yapılıyordu birçok yerde. Nereye kadar mı bu çalışma; Pınarbaşı’na kadar. Sonrası mı? Aynı kader. Yıllardır aynı olan makus kader. Yollar bozuk. O tır ve kamyonların ezdiği asfaltlarda hoplaya-zıplaya ilerliyorsunuz. Elli kilometre hızı görürseniz, kendinizi Azdavay’ın sanayisinde buluyorsunuz. Karayollarının üvey evladı Azdavay. Köy yolları derseniz daha bir felaket. Her taraf çukur… Yürüyerek daha hızlı ulaşıyorsunuz bir köyden diğerine. Velhasıl memleketimin yolları bildiğiniz gibi. On sene sonra da yazarsam İstamonu’da aynı şeyi yazmaktan kendimi şimdiden men ediyorum. Umarım beni duyuyorsunuzdur karayolları bölge müdürlüğü. Sakın bana; “yok orada bir yol projesi var, bilmem kaç kilometre duble yol yapacağız” demeyin. Hatırlıyorum da ben lise ikiye giderken başlamıştı çalışmanız. Bütün ülke duble yol oldu. Bırakın duble yol yapmayı, o yolu asfaltlamıyorsunuz bile. Tamam, asfaltlamıyorsunuz, bari yama yapın.
Neyse, ilgililer duymuştur, dostane serzenişimizi. Yoksa ne haddimize iş öğretmek. Hem de İstanbullardan!
Memleket harika dostlar. Her yer yemyeşil. Ihlamurlar çiçeklerini patlatmak üzere. Tarlalarda mahsuller yağmura doymuş. Hayvanların otlakları ot dolu… Sular şarıl şarıl okuyor oluklardan. Mis gibi doğa kokuyor, orman kokuyor, ağaç kokuyor köyler. Kelebekler yeni yeni uçuşuyor. Bir bahar havası var anlayacağınız. Ama insan yok ortalıkta. Olanlarda şehir de kahvede oturuyor. He, bu arada anam da bostana patlıcan ekmiş. Büyüyecek patlıcanlar yatarak bostan kenarında. İnsan değil ya bu, bir patlıcan büyür yatarak, bir de kabak.
Selametle.