Çalar saatin ince ve tiz sesiyle sabahın ilk ışıklarınla uyandı genç adam. Yüzünü yıkamak için banyoya yöneldi. Aynaya asık bir yüz bıraktı. Yüzünü yıkadı ve en güzel pamuk havlusuyla kuruladı ve mutfakta kahve makinasına en kısa sürede gününü aydınlatacak kahveyi yaptı. Birkaç yudum alırken bir yandan da günlük haberlere bir göz attı. Daha sonra oldukça pahalı takım elbisesini giyerek son model arabasına yöneldi ve keşmekeş bir trafiğin içinde kayboldu. Zihninde o kadar çok şey vardı ki! Günlük yapılacak işler, telefonlar, mailler…
Ne trafiğin içinde çiçek satan adam umurundaydı, ne de su satan küçük çocuklar. Hatta seslerini duymamak için arabadaki müziğin sesini biraz daha açtı. Sonunda gelmişti işyerine. Birkaç kişiyle selamlaştı ve akşama kadar yoğun bir tempoda çalıştı. İşten sonra sinema ya da konsere gitme planları yaptığı günün sonunda yorgun argın sadece yemek yiyerek uyumayı tercih etti. Hayatından bir gün daha bitmişti. Yol boyunca trafiğin en zor saatlerinden birindeydi yine. Radyoda sevdiği bir melodi bulma umuduyla karıştırıp durdu. Bir frekans dikkatini çekti. Tam da onun hayatını anlatıyordu. Kalitesi yüksek bir sitede oturmak, kazancı yüksek bir işte çalışmak, son model bir arabaya sahip olmak ve pahalı kıyafetlerimiz olması bizi en sevdiğimiz arkadaşımızla aramızdaki mesafeyi ne kadar açıyor farkında mıyız? En son kendiniz için sevdiğiniz bir şeyi ne zaman yaptınız? Kendinizi en son ne zaman dinlediniz? En son bir hastayı ya da ihtiyaç sahibi birinin hatırını sordunuz mu? Dahası en son sevdiğiniz kitabı ne zaman okudunuz? En son kimin doğum gününü kutladınız? En son kimi sevindirdiniz?
O an bütün trafik onun üzerine doğru geliyordu sanki. Elini alnına götürdü ve inceden bir baskı hisseti. Doğruydu. Son birkaç yıldır terfi etmek adına gece gündüz çalışmıştı. En son kendisi için ne yaptığını hatırlayamadı. Daha bir yoruldu. Hem bedeni hem de yüreği. Eve vardığında ilk yaptığı şey ceketini çıkarıp en sevdiği müziği açmak oldu. Sonra en sevdiği yere yemek yemeye davet etti arkadaşını. Geçmiş de olsa doğum gününü kutlamak istedi. Yaptı da. Onun için güzel bir hediye aldı. Güzel bir yemek ayarladı. Sohbete başladıklarında uzun zamandır hayatında pek çok şeyin ne kadar aynı olduğunu arkadaşının hayatındaki sürekli değişen ve büyüyen hayattan sonra fark etti. İkisi de iyi eğitim almışlardı arkadaşıyla. O da üst düzey bir yöneticiydi. Kısa bir süre önce bir hastalık hayatına girmiş ve bir mucize olmuş iyileşmişti. O günden sonra hayatın ince dokunuşlarının sesine kulak veriyorum dedi ona. Hayatın bir ikram olduğunu ve yaşadığı her günün bir armağan olduğunu hatırlattı ona yeniden. Hırslarının yorgunluklarına değmediğini ve aslında önemli olanın kendine yetebilmek, kendini tamamlayabilmek olduğunu anlattı. Ertelediklerinin her gün büyüyerek onu zamanla ne kadar mutsuz ettiğini hatırladığından beri hırslarından arınmış, gelen günün verdiklerine yapabilecekleri kadarını eklemekle de mutlu olunabileceğini, başarının sonunda kısa süreli mutluluktan başka bir şey olmadığını gece boyu söyledi durdu. O an kendine yöneldi genç adam uzun zamandır mutlu olup olmadığını düşünmemişti bile. Başarılı olmak sadece bedenini günden güne yoruyordu sadece. Hiçbir şey eskisi gibi değildi zaten. Giden zamandı ama zamanla giden ne çok şey vardı!
Ertesi sabah yine aynı saatte uyandı ama bu sefer aynaya gülümsedi. Akşam için uzun zamandır gitmek istediği oyuna bir bilet almayı tasarladı. Yolda en sevdiği müziği çaldı ve bir çocuktan mendil aldı. Çiçekçiden de masası için bir çiçek. İşe vardığında ne yorgundu ne de mutsuz. Hayat devam ediyordu, devam da etmeliydi elbette ama yapmak zorunda olduklarımızın yapmak istediklerimizi ertelemesine izin vermeden…
Hayatı ıskalamadan…