Edebiyat dünyası gariptir… Hayata, olaylara ve zamana yaklaşımları da bir o kadar enteresan…
Tahsin Şentürk mesela…
Memleket hakkında konuşsa bile her anlattığı detayı yaşar, anlattıkları olur birdenbire… Bir bakarsınız Çatalzeytin Ginolu’dur konuşan, bir de bakmışsınız bir dağ kırlangıcı… Bir mahzun mor menekşe, boynu bükük dağ sümbülü, köyün yanaklarından süzülen bir gözyaşı gibi narin ve içli bir derecik bazen…
Ama…
O sözcükler öyle bir tonla çıkar ki kaynağından…
Bir ok bazen yayına isyan etmiş, bir çırpınış bazen de isyandan usanmış…
Ama içten…
Çatalzeytin ile özdeşleşmiş olsa da Tahsin Şentürk…
Anadolu’dur… Kömürün, demirin, dağın, enkazın öyküleri birkaç mısrada size ciltler dolusu hayat hikayelerini bir çırpıda anlatıverir.
Abartısız, yapmacıksız, yarım ağız değil dolu dolu söyler şiirini; dolandırmadan, yormadan, yoruma yer bırakmadan…
Ve devrinde kıymetli olmuş biri olmak bahtiyarlığına ulaşan, minicik bir dev adam…
***
Mesela Mertcan Karacan yine…
Daha yolun başında ama, o nasıl yükleniştir geçmiş kuşağın tecrübelerini gelecek ve bugünle harmanlamış bilgelik hamallığı.
İnsanlar vardır, iz bırakır sizde… Bazen bir bakış, dokunuş, deyiş…
Anımsatır size en küçük çağrışım bile hatıranın sahibini.
Şiir zordur…
Şair de zor adamdır elbette…
Ama şiir adam olmak, şiir gibi konuşmak, şiirden bir dünya kurmak herkesin harcı değildir.
Geçtiğimiz aylarda bir Kastamonu ziyaretimde Münire’de oturduk, söyleştik, dertleştik… Şiirden, şehirden, başka şeylerden…
Kendisine söyledim, hayatımda bu kadar dolu dolu olan bir genç adamla ilk defa karşılaştığımı…
Aynı anda dört beş kişiyle konuşmak gibi; bir insan bu kadar donanımlı olur dedirtecek kadar çoklu bir kişilik…
‘Söz uçar acı kalır’ diyordu Mertcan bir şiirinde…
Ne yalan söyleyeyim ilk okuduğumdan beridir sözün değil acının derdindeyim desem mübalağa olmaz… Kelimeleri bu kadar ustaca ve çatıştırmadan, yağan kar taneleri gibi birbirine temasına imkân bırakmayacak sihirli bir üslupla kullanabilmek maharetine bu yaşta kavuşmuş biri özeldir…
Şiiri yaşayan, duyan, aktaran tüm ustalarla muhteşem irtibatlar kurmuş, onları özümsemiş ve neredeyse her birinden en değerli özellikleri kendinde harmanlamış ve karşımda onlarca konuştu…
“Bırak Kalsın küllerimiz…” isimli kitabıyla edebiyat dünyasına derdini, şiirini sunan Mertcan, Çatalzeytin’den ikinci bir Tahsin Şentürk iklimi olarak sarıyor sanki siyasetle, ticari garabetle ve enteresan bir cehaletle kirlenen memleketi…
Edebiyat gariptir demiştim ya…
Şairler daha da garip…
Vay benim paşa gönlüm demeye görsün şair…
Ne uçmayan söz bırakır ne ölümsüz acı…
***
Sahi okur musunuz?
Hiç sormadım da!
***
İçinde yaşadığımızı sandığımız dünyanın onca katlanılmaz gerçeklerinden sıkılırsanız şayet…
Kapatın kendinizi dünyaya ve bir bardak çayın yanında açın bir kitap derim…
O zaman anlayacaksınız…
Bugün size anlattıklarına aldanıp neredeyse umulmadık değerler verdiklerinizin bir şiirin nefes molası olsun diye kullanılan bir virgül bile etmediğini…
İyi ki edebiyat var!