“Şükredecek çok sebebimiz var. Bozkurt’u yıkıp geçen sel iyi ki ilçe pazarının kurulduğu perşembe günü olmadı. Bozkurt’un haritada yerini bilmeyen Türkiye, bir felaket sonrası aktı ilçeye. Öyle ki taşkın sel gitti, yerine insan seli yardım seli geldi. Her şey gelir yerine de giden canlara ne çare…”
Hayatımda ilk defa memleketimin tadını doyasıya varmak için Haziran ayında Bozkurt’ta gittim. Derlerdi de inanmazdım Haziran’da Bozkurt bir başka olur diye; dallarında kirazlar, dağlarında çiçekler, berrak akan sular, serin esen rüzgarlar. Bir ay hiç sıkılmadan aksine daha da bağlanarak döndüm İstanbul’a. 15 günde işleri toplayıp Eylül’e kadar yaşamak için yola çıktım; nasıl olsa alıştık uzaktan çalışmaya.
Bozkurt’a geri döndüğümde aynı değildi; sıcaktan yeşilin rengi solmuş, derenin suyu çamurlaşmış, azalmış ama geçerdi, havalar düzelirdi… Karadeniz bir gün solar ertesi gün hiç kararmamış gibi çiçek açar, açtırırdı.
Olmadı…
11 Ağustos’ta gelen felaketin ayak izlerini bir gün öncesinde okuyamadık.
10 Ağustos’ta akşam saatlerinde yağmur başlamış, rögarlar taşınca düzlük olan yerler su altında kalmıştı. Belki büyükşehirlerde sorun olan bu durum Bozkurt gibi küçük ilçelerin makûs talihiydi çünkü alt yapıya ayıracak paranın hiçbir zaman denkleşmediğinin bilincindeydi herkes. Taşan yerlerdeki sular vidanjörle temizlenir, ertesi günü hayat normale binerdi. Bu sefer de öyle olduğunu sandık.
Her şey daha önceki gibi alışa gelinen normaldeydi.
Derenin suyunun yükselmesi bile bulunmaz bir nimetti ağustos ayında orda olanlar için. O yüzdendi ilçe sakinlerinin felaketi gelirken izlemeye gitmesi.
Söyleyene değil söyletene bak
Taşkından birkaç saat önce evde ilçede olanları konuşuyorduk; parklar yapılmış, parke taşları döşenmiş, otogar binası yenileniyormuş, hastanenin kapasitesi artıyormuş. (Park da parke taşı da hastane de kalmadı)
Dinledikten sonraki görüşüm “İlçenin makyaja ihtiyacı yok, dere ıslahı yapılmalı, alt yapı yapılmalı ama bunlar pahalı ödenek yeterli değil.” olmuştu.
Bu arada bu söylemler ağzımdan çıkarken dere kenarındaki Huzur Sitesindeki evimizdeydik. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyorum şimdi kendime…
11 Ağustos Çarşamba günü saat 11:00’de yağmur yağmaya, dere yükselmeye başladı. Elektrikler gitti. Azgın suların şiddeti arttı, saat 12:00’ye geldiğinde bir metreden az vardı felaketin gelmesine, yine kimse düşünmedi taşkın olacağını.
Cılız bir anons…
Dere kenarındaki araçları çekmek için araç sahiplerine seslenilmesinden 5 dakika geçmişti sadece, saatler 13:00 olduğunda artık Bozkurt yoktu.
Bozkurt’a erişen ya da erişebilen kimse yoktu!
Saniyeler içinde yükselen su, yaşattığı vurgunla önüne kattığını aldı götürdü.
İşte o zaman başladı kimsesizliğimiz.
Meğer Ölçer Apartmanı göçene kadar gelmemiş kimse, selin şiddetinden üç bina ötemizdeki göçen binanın sesini duymadık bile… Helikopter geldiğinde çatıya çıkanları kurtarıyorlar sanıyorduk; bina çökmüş yanında ağır hasarlı evler varmış oysa.
Bizse o sıralarda üçüncü katta oturmamıza rağmen üst komşu da konuşlanmakta bulabildik çareyi.
İlk 4 saat; defalarca kelime-i şehadet getirmek, Kur’an-ı Kerim tilaveti, helalleşmeler, tanımadığınız insanları teskin etmekle geçti.
Evde geçen 10 saatte 112’den cevap yok; Kastamonu AFAD’a bağlıyoruz cümlesini dinleyerek hatta beklemeyle, arayanları sakinleştirmek için ‘merak etmeyin biz iyiyiz, şarjımız bitmesin’ diyebilmekle geçirdik. Daha sakin bulduklarımıza ise ‘Durum çok kötü sosyal medyaya yazın daha geç olmadan.’ uyarılarımızı yaptık.
Gece saat 22:00’yi gösterdiğinde evlerin yıkılabileceği söylentisinin yayılması üzerine mahallenin gönüllüleri tarafından çıkarıldık, ilçeyi birbirine bağlayan köprüler kopmuş ekipler diğer tarafta kalmış…
Çıktığımızda gidecek bir yer, bizi alacak birileri yoktu; dereden 500 metre yüksekte teyzemlerin kullanılmayan evine sığındığımızda geceyi sadece bizimle birlikte 25 kişi aynı evde geçirdi. Diğer evlerde de durum aynıydı. Evi müsait olanlar ağırladı tanış oldukları afetzedeleri ilk gece… Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşırmış; ölmemiştik ve bu mucizeydi… Evdeki herkes gözünü kapattığında üzerine gelen su görüntüsüyle irkiliyordu, saatlerce izlediğimiz manzara bizi rahat bırakmıyordu.
Acı bilanço sabaha çıktığımızda çıktı karşımıza.
Dereye sürüklendiğini gördüğümüz pembe tişörtlü teyzeyi çocukları ararken, gördüklerimizi söyleyemedik. Ölçer Apartmanda enkaza el sallayarak gönderdikleri yavrularını bekleyen Reyhan ve Arzu’nun umudunu kıracak tek bir kelime edemedik. Bekleyebildik sadece.
12 Ağustos’un sabahında herkes oradaydı ama Bozkurt yoktu!
Umutlar, çocuklar, anneler, babalar veda etmeden gitmişti.
Giden canlar geri gelmeyecek yeri doldurulamaz bir boşluk orası.
Ancak Bozkurt için bir şeyler yapabilirsiniz; gıda ve kıyafet yardımından öte…
Esnafların kalkınması, şehrin yeniden yapılanması için aklıselimlere her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
**
Afetin ilk gecesinin sabahında ilçeyi şefkatle karşılayan AFAD ve Kızılay ekiplerine sonsuz teşekkür ediyorum.