Hüseyin Karadeniz ile SÜRMANŞET’in konuğu: Saim Eskioğlu
Tarih: 2 Nisan 2015…
Yazı İşleri Müdürümüz Gözde Yüksel, Ufkum Sigorta Yönetim Kurulu Başkanı Necati Gürsu ve kardeşi Murat Gürsu’yla birlikte yola çıktığımızda henüz aydınlanmamıştı İstanbul sokakları. Mevsimin aksine kıştan kalma bir hava uğurlarken bizi, arabanın camlarından süzülen yağmur damlaları dönüşümüzün geç olmamasını temenni ediyordu adeta…
Öğlen saatlerinde yetişmemiz gereken bir randevumuz vardı. Bir memleket yolculuğuydu bizimkisi, ancak istikamet Batı’ya doğruydu…
Uçsuz bucaksız arazileri seyreyleyip ata toprağı Çanakkale’ye gelebildik sonunda. Burası aslına bakarsanız tüm Türkiye’nin ortak memleketi. Geri dönemeyenlerin bıraktığı en büyük miras…
***
Çanakkale Boğazı’nı feribotla geçmemizin ardından Çanakkale Vali Yardımcısı Taşköprülü hemşerimiz Saim Eskioğlu’nu ziyaretimize az bir zaman kalmıştı.
Yola çıktığımızın aksine yazdan kalma bir hava karşıladı bizi burada. Kısa bir şehir turu, Çanakkale’nin tarihi bir kent olmasının yanı sıra sağlam kimliğini de gözler önüne serdi. “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı” türküsüne konu olan çarşıydı kısa gezi turundaki ilk durağımız. Her Kastamonulunun olduğu gibi bizim de yüreğimiz coştu, içimiz daha bir burkuldu… Cadde üzerindeki çarşıyı gezerken hemen hemen her dükkanın, bankanın ve kafenin tabelalarından tutun da dış kaplamalarına kadar ya ahşaptan olduğunu ya da ahşap görünümlü malzemeler kullanıldığı fark ettik. Ahşabın başkenti olabilecek Kastamonu’da görmeyi umduğumuz etkili bir manzaraydı doğrusu.
Hayatınızda hiç görmeseniz de bazen insanlarla bazen de şehirlerle gönül bağınız kurulur; Çanakkale ve Kastamonu arasındaki bağ gibi. Valilik binasına yaklaştığımızda Belediye özel eğitim iş uygulama merkezi tarafından oluşturulan orkestranın çaldığı ilk parçanın “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı” olması bunun en güzel örneği. Bizi karşılayan bu türkü eşliğinde girdik valilik binasına…
Saim Bey’in sekretaryası randevumuz olup olmadığını sorunca saat 13.30’u işaret ettik. Defterinde kayıt göremeyen hanımefendi yaşadığı şaşkınlığın hemen ardından hemşerisi olduğumuzu anladı. Kısa bir süre sonra Saim Bey de odanın kapısında belirdi. Boğaza ve Truvu atına nazır olan odasına geçtik hep birlikte.
Hemşerileri üzülmesin diye yaşadığı ciddi rahatsızlığın duyulmasını istemeyen Saim Bey’i, karşımızda sağlıklı hatta yenilemiş olarak görmek büyük bir mutluluk verdi bize. Onun da memnuniyeti gözlerinden ve sözlerinden okunuyordu. Sohbetimiz ilerlerken aslında Çanakkale gibi yerlerin mülki idarede uzun yıllarını geride bırakan amirlerin özellikle tercih ettiğini anladık.
Mesleğe adanmış bir ömrün huzur yuvasıymış meğer burası…
Gerçeğin özüne yaptığımız bu yolculukta Sayın Saim Eskioğlu yaşamının gölgesini içtenlikle SÜRMANŞET’e anlatırken her cümlesinden memleket özlemi ve sevgisi taşıdığını fark ettik…
Kendi hayatını ıskaladığını bile bile memlekete ve mesleğe adanmış bir hayat hikayesine tanık olduk…
Sayın Valim öncelikle sizi sağlığınız yerinde ve göreviniz başında görmek bizi çok sevindirdi. Şuan herhangi bir rahatsızlığınız bulunmuyordur umarım.
Sanırım artık hepimizin belirli bir yaştan sonra kendine daha itina göstermesi gerekiyor. Biraz çalışma hayatından uzak kalma mecburiyeti yaşadım. Bu sırada stresi de geri plana atmam gerektiğinin farkına vardım. Kendimi daha iyi hissediyorum, düşünceli yaklaşımınız için teşekkür ederim.
Efendim, muhakkak ki mülki idarenin getirdiği bu yükü taşımak kolay değil. Yıllarca görev yaptığınız yerlerde hem Kastamonuluları en iyi şekilde temsil ettiniz hem de başarılı çalışmalara imza attınız. Ancak tüm bunlara rağmen sizin gibi tecrübeli bir ismi valilik makamında henüz göremedik. Kastamonulu mülki idare amirlerinin makus talihi olsa gerek; valilik statüsü verilmemesini neye bağlıyorsunuz?
(Gazetemizin 124.sayısında manşetten yer verdiğimiz Valiler Neye Göre Belirleniyor? haberini işaret ederek) Bu konuyu İstamonu manşetine de taşıdınız. Orada temsiliyetin ve hizmetin sadece siyasette değil, bürokraside de olduğunu vurguladınız. Bizim yaşadığımız tecrübeler de bunun ispatıdır. Bürokraside büyümek ve çoğalmak için siyaset kurumunun öne çıkması lazım.
Siyaset kurumuna etki edecek Kastamonulu hemşerilerimizin gücünün çoğu zaman yeterli olduğunu düşünüyorum. Aktif siyasetin içinde fiilen var olmasalar bile başbakan, bakan ve üst düzey siyasetçileri etkileyebilecek potansiyelleri bulunuyor. Onlardan beklenen, iktidarı elinde bulunduran kurumlara; ‘Hemşerimize güveniyoruz, ülkemize katkısı olacağına inanıyoruz’ şeklinde söylemleri iletmeleri oluyor. Bu sayede Kastamonulu valilerin, daire başkanlarının, genel müdürlerin, müsteşarların sayısı artardı ama bu yeterince olmadı.
Siyasetin gücünü kimse inkar edemez. Kendimden örnek vermem gerekirse; Sayın Murat Başesgioğlu’nun bakan olduğu dönemde Gerede’de 2 yıllık 2. sınıf ilçe hizmetini tamamlamışken 1. sınıfın en üst kademesi olan İstanbul’a vali yardımcısı olarak atandım. O dönem daha İstanbul’a gelecek kıdeme ulaşmamıştım ama. Belki Murat Bey’in bakanlığı devam etseydi talimatıyla valilik makamına da gelebilirdim.
Meslekte sizin gibi 35 yılını geride bırakmış mülki idare amirleri için vali olmak ne ifade eder?
Valilik farklı bir kurum. Valinin bir ilde her bakanın temsilcisi olduğunu ve devleti temsil ettiğini düşündüğünüzde, gücü ortada…
Kendi açımdan değerlendirmem gerekirse; bu meslek beni 35 yılı aşkın süredir yeterince tatmin etti. Bundan yana hiçbir eksikliğim, ezikliğim yok. Ancak içinden geldiğim Kastamonu camiası açısından baktığımda büyük bir eksiklik yaşanıyor. Vali, elinde yetkiyi bulundurur, atamaları imzalar, atamalar gerçekleştirir. Yetkili eşitler arasında kendi hemşerisini tercih etme inisiyatifini de kullanabilir. Kartopu misali bu büyüme Kastamonuluların her kurumda çoğalmasını sağlayabilirdi. Vali olabilecek kapasitede, sicilde, çalışkanlıkta, verimlilikte benim kefil olacağım en az 10 kişi var. Bunun hiç olmazsa 2’si, 3’ü neden vali olmasın.
İstanbul’da 6 yıl vali yardımcılığı yaptınız. Bu süre zarfında Kastamonu sivil toplum hareketlerine de sık sık destek sağladığınızı biliyoruz. Siyasetçimizi, bürokratımızı sahiplenme noktasında yeterli miyiz sizce?
Hemşerilerimiz, yüreklerinde pozitif bir duyguyla kesinlikle sahiplenirler ama bu bireysel bir sahiplenmedir. Ben şimdiye kadar hemşerilerimden hiçbir vefasızlık, olumsuzluk hissetmedim. Ancak sadece nicelik olarak varız nitelik olarak şimdiye kadar yer bulamadığımızı hepimiz biliyoruz.
İstanbul’da güç gösterisi yaptığınız anda Türkiye’yi yöneten her yere ve herkese etki edersiniz. İstanbul’da zaman zaman yanardağ patlaması binlerce insanı bir araya getirdiğimiz toplantılar olmuştur. Bir bakmışsınızdır ki devletin en üst kademedeki yöneticileri hemen o kalabalığın, o gücün dışında kalmak istememiş ve gelmişlerdir. Maalesef biz bu potansiyeli değerlendiremedik. Sivil toplum kuruluşlarımızın bu yönünde bir parça eksik kaldığı söylenebilir.
Hayatınız bir bakıma sürekli göç halinde geçiyor. Görev yaptığınız şehirlerde Kastamonu kültürünü hissettiğiniz yerler oldu mu?
Kastamonu’ya en yakın çalıştığım yer Gerede’ydi.(Gerede Kaymakamlığı) Çocukluğumdan itibaren İstanbul’dan Kastamonu’ya giderken Gerede kavşağından dönünce benim dilim ve şivem değişirdi. Bizim toprağımız gibi gelirdi. Kültür yapısı ve dokusu itibariyle Gerede, Kastamonu’ya çok benzer. Aynı coğrafyada zaten. Ancak ilginçtir ki görev yaptığım bölgelerde özellikle İç Ege ile Kastamonu arasında ciddi bir yakınlık sezmişimdir. Sadece mutfak kültürü değil bizdeki Sepetçioğlu’nun da efelik kültürüyle benzerlik göstermesi enteresan gelmiştir.
Çanakkale’yi nasıl buldunuz?
Çanakkale sadece destan deyip geçilecek bir yer değil. Hakikatten bin yıllar da sürse unutulmayacak kadar özel ve önemli bir eşik açmış. Eğer Çanakkale Zaferi ve mücadelesi olmasaydı bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmazdı.Çanakkale ruhu denilen ayrı bir ruh var. Keşke bu hissi herkes Çanakkale’ye gelerek yaşasa ve pekiştirse.
Kahroldum, hatta ağladım…
Hepimizin isteği kendi ait olduğumuz topraklarda ömrümüzü sürdürmektir. Sizde bu sebeple olsa gerek baba ocağı Taşköprü’de, 2009 yılındaki yerel seçimlerde belediye başkanlığı için aday oldunuz. Ancak seçilemediniz. Taşköprü halkına kırgın mısınız?
Asla, hiç kırgın değilim. Bunun aksini de en yakınlarım dahil ağzımdan hiç kimse duymamıştır. Etrafımda, bana oy vermediğini ancak çok sevdiğini belirten muazzam bir sevgi çemberi var.
Ancak üzüldün mü diye sorsaydınız. Üzülmek ne demek kahroldum derdim. Çünkü Taşköprü’ye neler katabileceğimi, neler verebileceğimi en iyi ben biliyordum. Onun için çok üzüldüm, hatta ağladım. Ancak hiç kırılmadım. Çünkü demokrasi dediğimiz yönetim sisteminde halkın tercihine saygı ve hatta sevgi duymalıyız. Neticede orası boş, belediye başkansız kalmış değil; bir sürü iş ve hizmet yapıldı.Ama benim kafamdan geçen ve anlatmaya çalıştığım daha farklı şeylerdi. Taşköprü’ye tabiri caizse kanat takmaktı hedefim. Üzüntüm büyük hedefleri olan anlayışı oraya getirememektir.
O dönemde ilde büyük bir boşluk vardı, genel siyaseti tercih etmediniz. Taşköprü’deki ısrarınızın sebebi neydi?
Bu benim tekelimde bir ısrar değildi. Ülkeme hizmet etme noktasında kendimi adamışken, gel memleketine hizmet et çağrısına, ısrarlarına kayıtsız kalamadım. Taşköprü benim gözümde dünyalara değer bir yerdir. Eğer siyasette öne çıkmak gibi bir hedefim olsaydı mülki idareye ya hiç girmezdim ya da göreve başladığım ilk yıllarda istifa ederdim. Hayatımda hiçbir zaman unvan derdinde olmadım. Benim nihai dönüşüm yine Taşköprü’ye olacak. Mezar taşımın üzerinde yazacak ismim dışında Taşköprü’nün geçmişine bakıldığında bir iz olarak kalmak isterdim sadece. O da nasip olmadı.
AK Parti’den belediye başkanı adayı olmanız, göreve döndüğünüzde size olan bakışı olumsuz etkiledi mi?
Hiçbir olumsuz tavırla karşılaşmadım. Şayet seçimden sonra yine aynı görev yerime yönlendirilecektim ( Soma Kaymakamlığı) ancak orada görev yapmak istemedim. Kaymakam olarak belirleyici bir konumumuz olduğu için vali yardımcılığını istedim ve Yalova Valiliği’ne atandım.
Tayyip Bey’le tanışmışlığınız oldu mu?
Tayyip Bey İstanbul il başkanıyken Saray Kaymakamıydım. Bir gün akşam saati mesai bitimi ilçe ziyaretleri kapsamında Saray’a geldi. Tesadüfen ilk o zaman kendisiyle tanıştık. İstanbul’a vali yardımcısı olduğumda ise kendisi belediye başkanıydı. Dönemin Valisi Kutluk Aktaş’ı temsilen Tayyip Bey’le birçok etkinlikte yan yana durduğumu hatırlıyorum. Tanışıklığımız bundan ibarettir.
Efendim biraz da özel hayatınızı irdeleyelim istiyoruz. Nasıl bir aileden geldiğinizi, nasıl bir evde büyüdüğünüzü merak ediyoruz…
Rahmetli babam Taşköprü’nün Eskioğlu köyünden. Dedem muhtarlık yaparmış, 6 kardeşin en küçüğü olan babam için ‘hadi bu da okusun’ demiş. Babam Taşmektep Sanat Enstitüsü’nü bitirmesinin ardından mecburi hizmet için düşmüş gurbet yoluna. Ankara Ulaştırma Bakanlığı’ndan sonra İstanbul’da Denizcilik Bankası Liman İşletmesi’nde küçük bir memurdu babam. Ben de ilkokula Ankara’da başladım, ortaokulu, liseyi İstanbul’da okudum. Yani dar gelirli bir memur çocuğuydum.
Tek çocuk olmamın avantajını kullandım. Kardeşim olsaydı belki ekonomik olarak daha güçlük çekeceğimiz için babam beni okutmayabilirdi. Ben de çocukluğumun geçtiği Hasköy’deki arkadaşlarım gibi bir işte çırak olarak başlar, şimdi kendi işimin patronu olabilirdim. (Gülerek) Rahatlıkla patron olabilirdim tüm arkadaşlarım oldu çünkü.
Mülki idare amiri olmak sizin tercihiniz miydi?
Çocukluğumda rahmetli annemle birlikte 3 aylık yaz tatillerimizi Taşköprü’de geçirirdik. O zaman kaymakama çok itibar gösteriliyordu. Bu itibardan etkilenmiş olsam gerek ortaokul yıllarımdan itibaren kaymakam olacağım derdim. Daha sonra nasip oldu ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandım.
Taşköprü size ne ifade eder?
Hem eğitimim hem de mesleki açıdan Taşköprü’ye hasret yaşadım. Bu hasret memleket sevgisini bende daha büyüttü. Orada doğmuş, çocukluğu orada geçmiş olanlardan daha çok Taşköprülü olduğumu hissediyorum.
Eğer bir tatil imkânım varsa hala bu fırsatı ailece Taşköprü’de değerlendiririz. Eşimin Taşköprülü olması sebebiyle, o konuda aramızda hiçbir uzlaşmazlık da yaşanmaz.
Eşinizle aşk evliliği mi yaptınız?
Çocukluk aşkı da denilebilir. Eşim, annemin dayısının torunu. (Gülerek) İlk gözüme kestirdiğim kızlardan birisiydi.
Kaç çocuğunuz var ve şimdi ne ile meşguller?
1erkek, 1kız; 2 çocuk babasıyım Oğlum Feyyaz, 1980 doğumlu, İstanbul’da avukat ve evli. Aynı zamanda Kastamonu camiasında da yer alıyor. Taşköprü Zeytinburnu Derneği’nin başkanı, federasyonun aynı zamanda hukuk danışmanlığını yapıyor. Kızım 1981 doğumlu İtalyan Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi, özel sektörde çalışıyor. İkisinin de devlet memuru olmasını istemedim. Ben memur çocuğuyum. Mesleğim sebebiyle de hayatım Anadolu’nun küçük köylerinde geçti. Çocuklarımın da eğitimleri mecburen buralarda oldu. İstanbul gibi dünyanın gözbebeği bir yerde yaşasınlar iyi bir vatandaş olsunlar. Kamuya, devlete faydalı olmak illa devlet kurumlarında çalışmakla olmaz.
Mesai saatlerinde bir gününüz nasıl geçiyor?
Bizim mesai saatimiz normal bir memurunki gibidir; sabah 8’de başlar akşam 5’te biter. Ancak bazen Vali Bey’in verdiği işler yetişmez, bazen üzerinde çalıştığımız bir konu olur, ani bir telefon sonucu toplantı yaparız ya da gitmemiz gereken bir yer olur. Bunlar hep mesai saati dışında gerçekleşir. Mesai saati bitti, işimiz kalmadı diye bir çalışma ortamımız yok.
Hafta sonlarınız nasıl geçer, kendinize ve ailenize vakit ayırabiliyor musunuz?
Kaymakamlık dönemlerinde hiç hafta sonum olduğunu hatırlamıyorum, sürekli köy ziyaretlerim olurdu. Fırsat buldukça karabalık avına giderdim eskiden ama şimdi yorucu geliyor. Eğer vakit olursa ve hava güzelse balığa giderim.
Meslekte yaşadığınız adanmışlık hissi özel hayatınızı ıskalamanıza sebep oluyor mu?
Adanmışlık hissi mülki idarede görev yapanlarda başta olmasa bile sonradan muhakkak oluşur. Görev yaptığınız yerde bir sorun varken, oranın halkı perişan haldeyken nasıl rahat uyuyabilirsiniz ki. Yaptığınız planların önemi kalmaz. Sıra dışı gelişen olaylar sebebiyle sayısız özel günümüzü ailemizle, sevdiklerimizle geçirememişizdir. Ama mesleğe başladığınız staj döneminde olayların bu türlü gelişeceğini bilirsiniz. Biz de bunları bilerek bu mesleği seçtik.
Görev sürenizce sizi en fazla üzen ve sevindiren olay nedir?
Derdini çözemediğim vatandaşımın derdine ortak olmuşumdur hep. Pek çoğu masum ve yerinde olan taleplere cevap veremediğiniz zaman yüreğiniz daralır. Belki de geçirdiğim kalp krizinin sebeplerinden birisi budur.
Mesela; mesleğe başladığım ilk yıllarda Fakir Fukara Fonu henüz yoktu. Yeri gelir elimizden geldiğince biz yardımcı olmaya çalışırdık. Gittiğimiz Anadolu’nun köylerinde yoksulluk ve talepler fazla olunca, elinizdeki imkânlar da kısıtlı kalınca bu derde ortak olma meselesi; insanı derinden yaralar, yıkar, üzer ve yıpratır.
Küçük beklentilerinin aşılmaz gibi gören pek çok kişinin derdine derman olmak, sorun çözülünce yüzlerindeki memnuniyet ve sevinç beni onlardan daha çok mutlu etmiştir. Boğazım düğümlenir, onun sevincine ortak olurum.
Efendim, İstamonu Buluşmaları adı altında düzenlediğimiz birçok organizasyon oldu. Bu kapsamda mülki idare amirlerinin katılımıyla düzenlediğimiz Kastamonu’dan Türkiye’ye Altın Adamlar programına siz de iştirak ettiniz. Orada diğer meslektaşlarınızla bir arada olmak size ne hissettirdi?
Kastamonulu olma ruhunu, anlayışını, övüncünü, kıvancını yükün altına girerek çekmek gerektiğine inanıyorum. Gurur duyulmak isteniyorsa külfette yaşamak gerekiyor. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden bazısı 4 saat bazısı 10 saatlik yolu göze alıp bu toplantılara katılıyorsa; İstanbul’daki öne çıkmış hemşerilerimiz, kardeşlerimiz, büyüklerimiz o toplantılara gelip orada bir şeyler edinmek ve paylaşmak istiyorsa bu sizin yarattığınız atmosferle bağlantılıdır.
Sadece konuşmacı olarak bulunduğum toplantı değil düzenlediğiniz her organizasyonu takip ettim. Katılan kişilerin durumu, yeterliliği, mükemmelliği bir tarafa onları dinlemeye çağırdığınız kitle de çok önemli.
Bakıldığında İstanbul’da Kastamonu’nun bütün yükünü çekebilecek kabiliyette ve kapasitede olan insanlar var. Konuşmacıları dinleyenlerin arasında onların bulunması bence çok daha önemli. Bir güç gösterisini açığa çıkarıyorsunuz aslında. İstamonu Buluşmaları’nın bir diğer özelliği de sürekli olması. Bu süreklilik de daha önce karşılaşmadığımız bir durum.
Kastamonu’da herkes en azından İstanbul’da yaşayanların ne yaptığını, ne yapması gerektiğini öğrenirken bir güven duygusu yaşıyor. İstanbul’da yaşayanların birçoğu da kendine bu durumdan vazife çıkarıyor. Kendini memleketine hizmet etme mecburiyetinde hissediyor.
Söyleşi için teşekkür ederiz. Son olarak Gazetemiz aracılığıyla hemşerilerinize bir mesajınız var mı?
Bir mensubiyet ve mesuliyet duygusu içerisinde tüm Kastamonulu hemşerilerimizin birbirlerine olan sevgi, muhabbet, bağlılık ve güvenini büyütmemiz gerekiyor.
Siyasette, ekonomide öne çıkmış hemşerilerimize tüm gücümüzle destek verelim. Siyasette, sanayide, ticarette, bürokraside, medyada, sporda, sanatta, her alanda sesimizi yükseltelim. Unutmayalım ki; Kastamonu’nun sesi, Türkiye’nin sesidir. Kastamonuluların sesi, büyük Türk milletinin sesidir.
Röportaj: Hüseyin Karadeniz