Hüseyin Karadeniz

ÖMER DALGAKIRAN’IN ARDINDAN (1)

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Takvim yaprakları 27 Şubat 2024’ü gösterirken Dalgakıran Kompresör ’ün kurucusu Ömer Dalgakıran amcamızı 86 yaşında hakka uğurladık. Mekânı cennet olsun. Merhum Ömer amca ile 2018 yılında Ümraniye İmes’te bulunan ofisinde röportaj yapma imkânı bulmuş, sorduğum her soru da içtenlikle cevaplar almıştım.

Cevaplar öyle alelade değil, sanki yaşıyordu anlatırken. Röportajın bir yerinde beni benden alan şu sözleri söyledi. “Yıl 1952 yılında Cide Fakaz’dan 13 yaşında İstanbul’a geldim. Başımda bana sahip çıkacak bir büyüğüm yoktu; para kazanmak zorundaydım ve bir yerlere gelmek için çok çalışmaktan başka çarem yoktu.” Koskoca memleket insanının kaderi ve oluşacak kederi bu cümlelerde saklıydı.

2020 yılında kendi babamı (rahmet olsun) kaybettiğimde yazmıştım. “Bizim mensubu olduğumuz yöreler için öksüzlük ve yetimlik çok genç yaşlarımızda başlıyor. Eli ekmek tutmaya hazır hale geldiğinde her delikanlı için kaçınılmaz son gurbetle örselenmektir. Hal böyle olunca buram buram hasret kokuyoruz kendimizi bildiğimizden bu yana; anadan ayrı babadan ayrı.” 

Türkiye’nin en köklü ve güçlü markalarından Dalgakıran Kompresör bugün 59 yaşında. Karaköy Perşembe Pazarında 30 metrekare alanda; Ömer Dalgakıran tarafından temelleri atılan firma, oğulları Adnan ve Ayhan Dalgakıran’ın yönetimde yer almasıyla sesini uluslararası arenaya taşırken; Uzak Doğu’yu ülkemize yakın etti.

Bugün yaklaşık 50 bin metrekare alanda Türkiye’nin en büyük endüstriyel kompresör üreticisi ve ihracatçısı olan firmanın temellerindeki başarının sırrı ise baba Ömer Dalgakıran’ın yapılamayan işlerin üstesinden gelme isteği, inadı ve azmi olduğu bir gerçek. Temeli sağlam atılan firmanın ikinci kuşak temsilcilerinin de farklı meziyetlerini aktarmaları bu yapıya duyulan hayranlığı artırıyor tabii ki. 

“Dalgakıran’ın temel taşı Ömer Dalgakıran, Kastamonu’dan İstanbul’a uzanan hayat hikayesinin özetini İstamonu’ya anlatırken; Cide’ye, dönemin meslek yüksekokulu Yağkapanı’na uzanıyoruz, çayımızı yudumlarken 84 numaralı kahvenin camlarından mahalleliyi seyrediyoruz sanki…”

BABAN VE ABİLERİN DENİZCİ, SEN KARADA NASIL ÇALIŞACAKSIN?

“Altı çocuklu bir ailenin beşinci çocuğuyum. Babam kaptandı, İstanbul’da uzun süre memlekete geri dönüş yapmadı; çocukluk yıllarımda onunla olan anılarım genellikle hayallerimdeydi. İlkokulu bitirmemin ardından 13 yaşıma geldiğimde İstanbul’a gitmeyi kafama koymuştum. İnebolu’dan Erzurum isimli gemiyle 4 gün süren yolculuğumun ardından Tophane’ye geldim. Babamın yanında kum çıkarmak için işe başladığım ilk gün hayatımla ilgili başka planlar yapmaya karar verdim. Bunu paylaştığım babam, 1952 yılında Perşembe Pazarında çok yönlü makine parçalarıyla uğraşan Fetih Karakaş’ın yanında çırak olarak işe başlamamı sağladı. Ustanın yanından asker gibi geçerdik. Usta ne zaman paydos ederse biz de o zaman evimize giderdik. Başımda bana sahip çıkacak bir büyüğüm yoktu; para kazanmak zorundaydım ve bir yerlere gelmek için çok çalışmaktan başka seçeneğim olmadığını biliyordum. İlk zamanlar babamın yakın arkadaşı olan Serdar Ortaç’ın dedesi Yusuf Ortaç’ın evinde kaldım. Aileye yük olmamak için yemeklerimi mutlaka dışarda yerdim. Eğer dinlenecek vaktim olursa Kantarcılar’daki 84 numaralı kahveye giderdim. Burası genellikle hemşerilerimizin uğrak yeriydi. Hasretle memleket muhabbeti yapılır, geride bırakılanlardan haber almak için aile ocağına gelir gibi bu kahveye muhakkak uğranılırdı.”

“Bir gün İstanbul’da yeni olduğumu her halimden anlayan bir gemici yanıma yaklaşarak, beni bir çeşit sorguya çekti. Belki sıradan bir kahve muhabbeti gibi görünen bu diyalog benim hayatımı etkiledi. Nerede çalıştığımı soran gemiciye “Yağkapanı’nda tornacının yanında çalıştığımı, firmanın makine işleriyle uğraştığını anlattım. Bana “Senin baban ve ağabeylerin denizci. Sen karada nasıl çalışacaksın. Benim bildiğim Şakiroğulları pek laf kaldıramaz, o yüzden sen yakın zamanda köye kaçarsın” dedi. Bazı musibet gibi gözüken sözler nasihate dönüşür biz bunun farkına bile varmayız. Ne zaman moralim bozulsa, memleketi özlesem bir kaçma fikri musallat oluyordu ruhuma. İşte böyle zamanlarda gemicinin lafları geliyordu kulağıma ve beni kalmam için daha hırslandırıyordu. Ona Şakiroğulları’nın hiç de düşündüğü gibi olmadığını ispat etmeyi bir görev ediniyordum. Daha sonraları 4 arkadaşımla birlikte kendi evimize çıktık. Bu benim kendime olan güvenimi artırdı.”

DEVAM EDECEK…. 

Selam ve dua ile

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!