Murat Güven ile SÜRMANŞET’in Konuğu: Av. Hüseyin Özbek…
Her konuda sohbet edebileceğiniz, hayata dair her alanda düşünsel gezintiye çıkabileceğiniz ender insanlardan biriyle konuştuk bu hafta.
Hukukun üstünlüğüne, edebiyatın gücüne, eğitimciliğin önemine inanmış, inandığı değerler doğrultusunda yaşayan, yaşadığı her günün, aldığı her nefesin hakkını verme kaygısı taşıyan bir entelektüel o…
Doğduğu yerle ilişkisini kesmemiş, doyduğu yere adaptasyonunu tamamlamış her iki kültürü içselleştirerek bir senteze ulaşmış olmanın kazandırdığı kültürler arası diyalog zenginliğiyle “elma” da diyebiliyor, “alma”da.
Bir yönüyle hayatın tekinsiz arka sokaklarında kalemden silahını, kelamdan zırhını kuşanmış, korkmadan gezinen bir silahşor, bir yönüyle açlığını okumakla, susuzluğunu yazmakla gideren bir edebiyat adamı.
***
Eğitimcilikten geldiğinizi biliyoruz. Yıllarca öğretmenlik yaptınız. Sonradan hukuk alanına geçişinizin özel bir nedeni var mı?
Araç’ın Akyazı köyündenim. Ortaokulu bitirdikten sonra parasız yatılı okumam gerekiyordu. O günkü şartlarda babamın beni Kastamonu’ya göndermesi ekonomik anlamda imkânsızdı. Bunun üzerine zorunlu olarak Çorum Öğretmen Okulu’na devam ettim. Bu okuldan mezun olduktan sonra 1 yıl Cide’de ilkokul öğretmenliği yaptım. Sonrasında Erzurum Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsüne girdim. Buradan edebiyat öğretmeni olarak mezun oldum. Ancak içimde hukukçu olmaya hep bir ilgi vardı. Kendi ekonomik bağımsızlığımı kazanmış olarak, evlenip 2 çocuk sahibi olduktan sonra 1981 yılında üniversite sınavlarına girdim. Çok iyi bir dereceyle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, meslek hayatımı ‘acaba Araç’ta mı, Kastamonu merkezde mi, yoksa İstanbul’da mı sürdürsem?’ diye düşündüm.
Çocuklarıma iyi bir eğitim aldırıp, iyi bir gelecek hazırlayabilmek için ani bir kararla İstanbul’u tercih ettim. 1990 yılından beri burada serbest avukatlık yapıyorum.
Serbest avukatlığın yanı sıra İstanbul Barosu genel sekreterisiniz. Bu göreviniz kaç yıldır devam ediyor?
Son 5 dönemdir yani yaklaşık 10 yıldır İstanbul Barosu’nda genel sekreter olarak görev yapıyorum.
“İstesem büyük bir servete sahip olabilirdim”
Meslektaşlarınız arasında sahip olduğunuz saygınlığın bir neticesinden olsa gerek 5 dönem üst üste aynı göreve seçilmeniz. Genel anlamda da insanların gözünde saygın bir yere sahip olduğunuz gözlemliyoruz. Siz kendinizi tanımlıyorsunuz?
Özetle ifade etmek gerekirse göründüğüm gibi olmak, olduğum gibi görünmek isterim.
Mütevazı bir yaşamım var, hiçbir zaman lüks düşkünü olmadım. Çok param olsun, servet sahibi olayım istemedim. İstesem büyük bir servete sahip olabilirdim ama çok şükür bize yetecek kadar var.
Servet nedir size göre?
Bana göre servet para-pul değildir. Kültür sanat faaliyetleri bence daha büyük zenginliktir, bana çok daha fazla haz verir. Yazmak, konuşmak, bildiklerimi milletimle, hemşerilerimle paylaşmak benim için büyük zenginliktir.
“Yayımlanmaya hazır 3 kitabım var”
Yazmak dediniz de, bildiğimiz kadarıyla sizin iki kitabınız var. Onlardan söz edelim mi? “Türk Kalesi Yıkılırken” nasıl doğdu?
Bunun öncesi var; aylık dergiler Ufuk Ötesi ve Yeni Hayat’ta makaleler yazıyordum. O yazılar ilgi gördü. Zamanla birikti. Bana, ‘bu yazıları bir kitapta toplayalım’ dediler. Bu şekilde kitap haline getirildi ve kamuoyunda ilgi uyandırdı. Kitapların şu anda piyasada mevcudu yok, yeni baskıları yapılacak. Yeri gelmişken hemen belirtmeliyim ki Ufuk Ötesi dergisinin imtiyaz sahibi bildiğiniz gibi aynı zamanda hemşerimiz olan Kemal Çapraz’dı ve gazetecilik deyince ilk akla gelen dürüst, idealist, vatansever bir insandı. Allah rahmet eylesin.
İkinci kitabım “İngilizce Ninnilerle” bir ulusal, toplumsal tepkinin seslendirilişiydi.
Sırada başka kitap çalışmaları var mı?
Düğmeye basılınca yayımlanmaya hazır 3 kitabım daha var.
Hazır olduğunu söylediğiniz kitapların konusu nedir?
Bir tanesi gerçek hayattan alınmış yaşanmışlıkları içeren “Şehit Hikâyeleri”, ikincisi Kastamonu yöresel hikâyelerini anlattığım kitap, üçüncüsü de siyasi, kültürel, hukuki yazılarımı içeren kitaptır. (Bu arada Av. Özbek Şehit Hikâyeleri ile ilgili olarak bir milletvekilinin kendisi telefonla arayarak ‘ şu anda senin yazını ağlayarak okudum, ağlamam biraz geçince aradım seni’ dediğini anlatıyor. Tevazuundan ötürü, ’ bunu yazmanıza gerek yok’ dediği halde, sizlerin kitabın okuyanda yarattığı etki ve içerdiği duygu yoğunluğuyla ilgili bir kanaate varabilmenize yardımcı olmak amacıyla aktarma ihtiyacı duyduk.)
“Siyasi iktidar medyaya talimat veriyor”
Şehitler konusunda oldukça hassassınız. Özellikle son yıllarda sayıca artan şehitlerimizin yazılı ve görsel basında gereği kadar yer almamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, siyasi iktidarın bir talimatı ve medya patronlarının bu talimata baş eğmesinden kaynaklanmaktadır. Dahası var; gelenek haline gelen konvoy halinde asker uğrulamaları da trafiği engelliyor gerekçesiyle yasaklanıyor. Bu milletin zihnine, belleğine ve şuuruna bir müdahaledir.
Sizin edebiyata duyduğunuz ilgi nereden geliyor?
Babamdan… Babam rahmetli Tahsin Çavuş, köyde yaşayan, ilkokul mezunu bir adamdı ama kendini yetiştirmişti. Askerliğini topçu çavuşu olarak yaptığı için çavuş lakabıyla anılırdı. Ben bütün halk hikâyelerini babamdan dinledim. Düşünebiliyor musunuz; Karacaoğlan destanlarını, Aşık Garip’i, Aşık Kerem’i, Ferhat ile Şirin’i, Tahir ile Zühre’yi, Yusuf ile Züleyha’yı daha ilkokula başlamadan köyde yaşayan, ilkokul mezunu babamdan dinledim. Bana hem bu hikâyeleri anlatır, hem de ezgisini söylerdi. Öyle arif bir adamdı babam.
Benim edebiyat zevkimin gelişmesinde babamın çok büyük payı vardır.
Kastamonulu olmak size ne hissettirir?
Ben sokakta, adliye koridorlarında insanların diyaloglarına şahit olur ve onları dinlerim. Onların psikolojilerini anlamaya çalışırım. O insanlar arasında gördüğüm kişilerin yürüyüşünden, oturuşundan, konuşmasından, hal ve hareketlerinden Kastamonulu olduklarını anlarım. Yöre ağzıyla konuşan hemşerilerimi zevkle dinlerim.
Yörenizden aldığınız bir bilinçaltınız, altyapınız vardır. Genlerinizde bulunan, hücrelerinize kadar işleyen ve kimliğe dönüşen bir mayanız vardır. Mesela herkes için dünyanın en iyi ahçısı kendi anasıdır. Dünyanın en berbat yemeğini bile yapsa damak zevki öyle geliştiği için kişinin gözünde en üstün ahçı anasıdır. Memleket kavramı da buna benzer. Ben belli aralıklarla Kastamonu’ya gitmezsem kendimde eksiklik hissederim. Gittiğim zaman dostlarımla, akrabalarımla bir araya gelmek, çocukluğumun geçtiği yerlerdeki havayı teneffüs etmek bana büyük haz verir.
“Dernekler arasındaki rekabet ve çekişmeleri doğru bulmuyorum”
İstanbul’daki Kastamonu’yla ilgili neler söylersiniz?
Ekonomi mıknatıstır, çeker insanları. İstanbul bir çekim merkezidir. Ekonomik şartlardan dolayı İstanbul’a göç eden hemşerilerimiz burada yıllar öncesinden dernekler kurmuşlar, sosyal etkinlik faaliyetleri var. Bu faaliyetlere destek olunmalıdır. Ancak bu dernekler, adı federasyon olsun, konfederasyon olsun rekabet kümelerinden çıkarılmalı, dayanışma nüvelerine, dayanışma merkezlerine dönüştürülmelidir. Kastamonu dernekçiliğinde doğru bulmadığım bir çekişme, rekabet ortamı olduğunu görüyorum. İnşallah dayanışmayla bunlar aşılacaktır.
Bir gününüz nasıl geçiyor?
Sabah evden çıktığımda adliyeye gider, o gün duruşmalarım varsa duruşmalara girerim. Duruşmam olmasa bile yapmam gereken işlerle ilgili yine adliyeye giderim.
Genellikle öğleden sonra görüşmelerimi yapmaya büroma gelirim. Haftanın en az üç günü saat 16’dan sonra baroya geçerim. Akşamları ya arkadaşlarımızla yemekte oluruz veya davetli olduğum etkinliklere katılırım.
Eve geldiğimde mutlaka birkaç saat okurum. Haberler ve bazen izlediğim sinema filmleri haricinde pek TV seyretmem. Dizileri hiç seyretmem, diziler karşısında geçen zamana da acırım. Gece saat ortalama 1-2 arası yatarım.
Hafta sonları kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?
Bakırköy’de Seydilerli hemşerimiz Kenan’ın çay ocağı vardır. Cumartesi günleri sabahtan oraya gider birkaç saat dostlarımla ve hemşeri meslektaşlarımla Kastamonu muhabbeti yaparız.
Sanatsal, sportif faaliyetleriniz var mı?
Spor anlamında sadece yürüyorum diyebilirim. Bakırköy’de oturuyorum, evden adliyeye kadar özellikle yürürüm. Sanatsal faaliyet olarak ise edebiyat toplantılarına katılmaya özen gösteririm. Arada sırada da bizim kendi programlarımız oluyor. Bunun yanı sıra sanırım hikâye yazarlığından sonra roman da yazmamın zamanı geliyor, yeterli malzeme birikti.
Sosyal alanda uğraşlarınız var mı?
ÇEKÜL (Çevre ve Kültürel Değerleri Koruma Vakfı) Yüksek Danışma Kurulu ve 68’liler Birliği Vakfı Danışma Kurulu üyesiyim. TÜRKEV (Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği)üyesi ve hukuk müşaviriyim.
Kaç çocuğunuz var? Ailenize zaman ayırabiliyor musunuz?
2 kızım var. Büyük kızım Aslı, evli ve bir çocuğu var, göz doktoru. Küçük kızım Şirin, yüksek mimar. Eşim Dadaylıdır, emekli öğretmendir. Bunca yoğunluk arasında eşime ancak akşamları zaman ayırabiliyorum. Zaten kendisi de torun bakmakla meşgul.
Mesleğinizle ilgili vicdan azabı duyduğunuz bir anınız var mı?
Hayır. Bu mesleği hukuk çerçevesinde, vicdanınızla yapmak zorundasınız. İstemediğiniz, içinize sinmeyen, inanmadığınız davayı almazsanız, böyle bir iç hesaplaşmaya da sürüklenmezsiniz.
Genel olarak hangi davalarla ilgileniyorsunuz?
Taşınmaz hukuku, iş hukuku, aile hukuku ve ceza davalarını ortağımla birlikte yürütüyoruz.
“Ermeni vatandaşımızın bana ettiği duadan çok etkilenmiştim”
Mesleğinizle ilgili bir anınızı anlatır mısınız?
Zamanla o kadar çok anı birikiyor ki… Aklıma geliveren bir anımı paylaşayım: Yıllar önce bir Ermeni vatandaşımız geldi büroma. Kızına kısmet çıktığını, ama kızının yaşının küçük olduğunu fakat maddi durumlarının da müsait olmadığını söyleyerek yardımcı olmamı istedi. Ben maddi karşılık beklemeksizin bu davayı açtım, mahkeme kararıyla kızın yaşının büyütülmesini sağladık ve kız evlenerek yurtdışına taliplisinin yanına gitti. Dava neticelendiğinde kızın annesi bana, ‘Allah senin başını uykudan başka yastığa getirmesin’ diye dua etmişti, bu duası beni çok etkilemişti. Seneler sonra bu kız, çocuklarıyla birlikte büroma beni ziyarete geldi. Her yaz Türkiye’ye gelince bana mutlaka uğrar, elimi öper, boynuma sarılır. Bana gelişlerinden birinde kızının beni hayranlıkla izlediğini fark ettim. Bu hayranlığın annesinin benimle ilgili kızına aktardıklarından dolayı olduğunu düşündüm. Unutamadığım bir mesleki anımdır bu.
Gençlere hukuk alanını seçmeyi tavsiye eder misiniz?
Elbette. Gençlere, hemşerilerime hukukla ilgilenmelerini tavsiye ederim. Zevkli ve kendinizi geliştirip derinleştirebileceğiniz bir meslektir. Ayrıca hukuk herkese lazımdır, toplumun hukuka ihtiyacı var.
“Benim için iki kategori vardır…”
İnsanlara genel bakış açınızın belli kıstasları var mı?
Ben insanları sağcı-solcu, ilerici-gerici diye kategorize etmem. Benim için tuttuğu parti, politik tercihi önemli değildir. Benim için milli ve gayri milli şeklinde iki kategori vardır. Ben milli olanı tercih ederim. Bu milli tasnif içinde kişinin kendini ne şekilde ifade ettiği bana göre önemli değildir.
Gazetemizle ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Gazetecilik bir tutku işidir. Evinizden, ailenizden, zamanınızdan feragat edeceğiniz zor bir uğraştır. Ben genel yayın yönetmeniniz Hüseyin Karadeniz’i hemşeri dernek ve platformlarından yıllardır tanırım. Azimli, başarılı tutkulu bir gençtir. Bu tutku gazeteye yansıyor, başarı buradan geliyor. Keza siz ve diğer çalışma arkadaşlarınızın da aynı tutkuyla çalıştığını düşünüyorum. İstamonu Gazetesi önemli bir ihtiyacı karşılamıştır. Başarılarınızın devamını diler, bu vesileyle hemşerilerime, okurlarınıza selam ve sevgilerimi sunarım.
10 soru 10 cevap
Aile?
Kutsal.
Adalet?
Tüm insanlık için.
Vatan?
Yaşanılacak en güzel yer.
Okumak?
Zevk.
Yazmak?
Yaşamın anlamı.
Medeniyet?
İnsanın içinde olması gereken.
Geçmiş?
Övünülecek yaşanmışlık.
Gelecek?
Umut.
Atatürk?
Saygı duyulacak ve izinden gidilecek lider.
İdolünüz kim?
Milletim.
Bu yazı içeriğinin tüm hakları www.istamonu.com ve GAZETE İSTAMONU’ya aittir. İzinsiz yayınlayanlar hakkında hukuki işlem başlatılacaktır.
.