Murat Güven ile Derin Diyaloğun Konuğu: Prof. Dr. Ali Bardakoğlu…
Röportör: Murat GÜVEN
Diyanet işleri eski başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ile röportaj için 29 Mayıs Üniversitesi’ndeki İslami Araştırmalar Merkezi’ne vardığımızda kararlaştırdığımız randevu saatine yarım saate yakın zaman vardı. Gayrı ihtiyarı kapıyı çalıp içeri buyur edildiğimizde Bardakoğlu hocamızı yoğun bir çalışma ortamında bulduk. Yeni eserler üzerinde çalıştığını müjdeliyor selamlaşmanın ardından Prof. Bardakoğlu…
Ve zamanın değerini bir kere daha kavramamızı istercesine ‘’Madem erken geldiniz hadi başlayalım’’diyor.
Tevazuu ile içimizden biri kadar yakın, hoşgörüsüyle adının önündeki tüm unvanları yok saymaya hazır, ilmiyle karanlığın cehaletine ışık tutan bir rehber…
Hukukçu kimliğiyle adaletli olmayı öğütlediği, toplumsal olaylara bakış açısıyla sosyal ufkumuzun gelişmesine katkı sağladığı, en önemlisi; Din bilgini kişiliğiyle maneviyata gönüllü yolculuğumuza vasıta olduğu sıra dışı bir söyleşinin sürükleyiciliğiyle baş başa bırakıyoruz sizleri…
“ İSTAMONU’’yu kutluyorum’’
Murat Güven: Hocam öncelikle sürekli çalışan, üreten bir akademisyen olduğunuzu ve boş zaman diye bir lüksünüzün olmadığını biliyoruz. Bu itibarla tüm yoğunluğunuza rağmen röportaj teklifimize verdiğiniz evet yanıtının bizim ve dolayısıyla İSTAMONU okurları için çok daha değerli olduğunu bilmenizi isteriz.
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu: Öncelikle hoş geldiniz. İstanbul’daki Kastamonuluları bilgilendirme ve bir eksiği giderme çabanızı; Gazete İSTAMONU’yu kutluyorum. Memleketten göçüp İstanbul gibi bir metropolde kalabalıklar içinde yalnız kalan hemşerilerimizin bu birleştiriciliğe ihtiyacı var.
Teşekkür ederiz hocam. Müsaadenizle sorulara geçmek istiyoruz; Günümüzdeki Prof. Bardakoğlu, özellikle de son dönemde halkımız tarafından iyi bilinen bir isim haline geldi. Sizi daha iyi tanımamız için evveliyatınızla ilgili kısa bir bilgilendirmeyle başlayalım isteriz. Bulunduğunuz yere hangi evrelerden geçerek geldiniz?
1952 Tosya doğumluyum. İlköğretimi Tosya’da okudum. İmam Hatip’in ilk dönemini Çorum’da okudum. O dönem babam Boynerlerin İstanbul’daki inşaatının başındaydı. Bu sebeple İstanbul’a göç ettik ve İmam Hatip’i burada bitirdim. Ondan sonra Hukuk Fakültesine ve İstanbul yüksek İslam Enstitüsüne devam ettim. Her iki okuldan mezun olduktan sonra bir süre Şişli’de öğretmenlik yaptım. Sonrasında Hâkimlik stajımı tamamlayıp Hâkim olarak Afyon Bolvadin’e tayin edildim. Bir süre hâkimlik yaptıktan sonra İlahiyat alanında Akademik kariyerime başladım. 1993 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine Prof. olarak geldim.
İlk tercihim, Akademik alanda hizmet edip kalıcı eserler bırakmak olduğu halde sorumluluktan kaçmama adına teklif edilen Diyanet İşleri Başkanlığı görevini kabul ettim.
Sekiz yıla yakın bu görevi ifa ettim. Görevde bulunduğum süre zarfında imkânlarımız nispetinde Diyanetin imajını ve temsil yönünü güçlendirdik. Herkese eşit mesafede olma ve kimseyi dışlamama ilkesini benimsedik.
2010 yılı Kasım ayında Diyanet İşleri Başkanlığından kendi isteğimle ayrılarak akademik hayata yeniden döndüm. Şimdi öğrencilerim var, yüksek lisans doktora derslerim var. İSAM’da (İslam Araştırmaları Merkezi) İslam Ansiklopedisinin Fıkıh bölümünün başındayım. Yeni projelerim ve çalışmalarım var.
“Bilgisizliğin olduğu yerde Taassup kendiliğinden gelişir’’
Hocam, yılardır öğrenci yetiştiriyorsunuz. Ve sizin yetiştirdiğiniz öğrenciler de artık akademik kariyer sahibi hocalar oldu. Ancak bu eğitimi almayan sıradan halkın, din inancına gelenek gözüyle bakmasının ve her söylenene inanmasının doğurduğu acı sonuçlarla karşı karşıyayız. İslam inancı nasıl olmalı, Hz. Muhammed’in sünnetine uymaktaki kıstasımız ne olmalı?
Bilgisizliğin olduğu yerde taassup kendiliğinden gelişir. Türkiye bir çadır devleti değildir. Osmanlı’dan büyük bir dini ilmi miras devraldı. Osmanlıda medreseler iyi eğitim verdi. Ama Osmanlının son döneminde medreselerin eksikleri oldu. Ve bunun faturası ağır oldu. Daha sonra Cumhuriyet döneminde okullar kuruldu, fakülteler açıldı. Din konusunda bilgimiz arttıkça taassup azalır, şekilci dindarlık azalır. Ama maalesef; dini alanda otorite kurmuş olanlar, dini alanda halkın cehaletinden fayda sağlayanlar halkın dini anlamda bilinçlenmesinin önünde engel teşkil ediyorlar.
İlahiyat fakültelerimizin biraz daha toplumun içine girmesi ve din adına yaşanan yanlışlıkları sapmaları savrulmaları görmeleri ve faydalı olmaları lazım.
Akademisyenler kitapların arasına gömülüp dış dünyayla irtibatı keserse kimseye faydalı olamaz.
Toplum sizin ifade ettiğiniz o savrulmaları yaşıyor. Refah seviyesi gittikçe yükselirken manevi alanda gerekli kültürel ve ahlaki alanda gereken değişme sağlanamazsa bunlar kaçınılmazdır.
Irakla birlikte Arap coğrafyasında ve petrol ülkesi Türkî cumhuriyetlerde bu sorunlar yaşana geldi. Türkiye, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren dini konuyu önemseme adına önemli tercihler yapmıştır.
Ancak günümüzde Magazin üslubunda dini programlar yapılmakta ve TV’lere çıkıp bu konuyu bir reyting vesilesi bilip yalan yanlış fetvalarla insanımızın kafasını karıştırmak isteyen adının önünde Prof. Unvanı olan bazı ilahiyatçılar da mevcuttur.
Çok iyi yetişmiş âlimlerimiz var elbette, ama kim aykırı bir şey söylerse onun peşinden koşuluyor.
Bakınız Murat Bey, çok önemli bir şey söylüyorum; yetişmiş ilim sahipleri, işi reytinge ve şöhrete tahvil etmeye götürünce bu sefer insanlarımız ya yeni bir şey söylendiğini sanıp onun peşinden gidiyor, ya da geleneksel din anlayışına yöneliyor. Bidat ve hurafeleri din diye pazarlayan din bezirgânlarının tuzağına düşüyor. Ve bir gel-git kaçınılmaz oluyor.
Doğrusu nedir hocam?
Doğrusu; Kur’an’a Hz. Muhammedin (S.A.V) sünnetine bağlılıktır. Onun güzel ahlakını örnek alan istikrarlı bir İslami yaşayış biçiminin egemen olmasıdır.
“İslam Dininde reform söz konusu olamaz’’
Yıllardır dinde reformdan söz ediliyor, dinde reform mümkün müdür?
Hayır. Asla! Bizim dinimiz, 1400 yıl önce koyduğu kurallarla bu güne ışık tutmuştur. Ve sürekli yenilenen hayata karşı esnek evrensel bir dindir.
Devletin yönetim biçimi ne olursa olsun uyum sağlayan bir dindir.
Ayrıca İslam dini din adamlarının tasarrufuna açık bir din değildir. Hıristiyanlık ve Yahudilikte bu acı gerçek yaşanmıştır. İslam dininde kural koyucu Allah’tır. Ve beyan edicisi Hz. Muhammed’dir. Din adamı tabiri de yoktur İslam’da. Din bilgini, Din âlimi diyebiliriz. Ve bu âlimlerin görevi dini aktarmak, anlaşılır biçimde anlatmaktır. Dinde tasarruf, görevimiz değildir.
Kul hakkı…
Kul hakkı ve Kur’anın bu konudaki hükmü nedir?
Kul hakkı çok önemlidir. Kul hakkı denilince akla hemen geliveren üç beş maddeden ibaret değildir kul hakkı. Trafik kurallarını ihlal edip başkasının geçiş hakkına tecavüz de kul hakkı ihlalidir, hastane de sıra bekleyen insanların önüne geçmekte… İnsan hakları çok önemlidir. Engelli hakları çok önemlidir.
Yasal izin gereği herkesin 3 katlı bina yaptığı bir yerde siz bir yolunu bulup -yolun ne olduğunu açıklamayayım- ( Rüşvet demek istiyor) siz 4 katlı bina yaparsanız, bu da kul hakkı ihlaline girer. Kul hakkını ihlalden kaçınmalıyız. Üzerimizde hakkı olan kişi bizi affetmeden Allahütealâ bizi affetmez. Güzel ahlak önemlidir.
İman… İslam… İhsan…
İnanış biçimimizde, Önce güzel ahlak ve kul hakkına riayet, veya önce Allah’a ibadet şeklinde bir sıralama yapabilir miyiz?
Bunlar birbirinden ayrı şeyler değildir. Kademe kademedir. Müslümanlık Allaha inanmakla başlar, ibadetle, imanla perçinlenir, güçlenir. Ama sosyal ahlakla bireysel ahlakla kulluğumuz, Müslümanlığımız olgunlaşır, güzelleşir. Biri olmadan diğeri olmaz. Güzel ahlak sahibi olmayan insanın ibadeti cılız kalır. İbadet eden kişi zaten güzel ahlaklı olma yolunda çaba sarf eder. İman, İslam ve ihsanın önemini peygamber efendimizin Cibril’le arasında geçen konuşmadan öğreniyoruz. Nedir bunlar;
İman inanmadır, İslam ödevlerimizi yerine getirmedir, ihsan ise Allah’ın sürekli denetimi gözetimi altında olduğumuzu hiç unutmamadır. Biz onu görmüyorsak da o bizi görüyor diye düşünmektir.
Kurban, vekâlet, bayram
Kurban Bayramı’na çok az bir zaman kaldı. Kurban ibadetinin hikmeti nedir?
Kurban ibadetinin hikmeti, kesilen kurbanının etini bizlerden daha fazla ihtiyacı olan kimselere ulaştırmakla, sahip olduğumuz nimet ve imkânları onlarla paylaşabilmekle ve neticede aramızdaki kardeşlik bağlarımızı güçlendirmekle gerçekleşir. Hazreti İbrahim ve oğlu İsmail’in sadakat ve teslimiyetini hatırlatan kurban ibadeti, bir yandan kişinin Allah’a yakınlaşmasını simgelerken, diğer yandan toplumda kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma bilincinin gelişmesine, sevgi ve dostluğun yaygınlaşmasına zemin hazırlar. Bu ibadeti bizler, kurban edilen hayvanın etinin veya kanının değil, Allah’a olan bağlılığımızın ve sadakatimizin O’nun katına ulaşacağını bilerek yerine getiririz. Ayrıca kurban kesmeye yeterli maddi durumu olmayanların ‘komşular acaba ne der?’ diye kurban kesmesi de doğru değildir.
Son yıllarda revaçta olan vekâletle kurban kesme uygulaması hakkında neler söylersiniz?
Vekâletle kurban, modern şehirde yaşayan, zaman ve mekân sıkıntısı olan, ihtiyaç sahiplerine ulaşmakta zorlanan kişiler için bir çıkar yol olmuştur. Vekâletle kurban bir yardım toplama kampanyası asla olmamalıdır. Vekâletle kurban, bir ticari amaç için asla yapılmamalıdır. Vekâleti alınan kurban, mutlaka hayvan olarak kesilmelidir. Kesilen hayvanın eti, paraya çevrilmeden ihtiyaç sahiplerine zamanında ulaştırılmalıdır.
‘Kurban kesmeyip parasını ihtiyaç sahibine bağışlasam’ düşüncesinde olanlar var, böyle bir şey dinen caiz midir?
Asla! Kesimsiz kurban olmaz. Kesmeden, parasını şuraya buraya vermek için kurban kampanyaları yapılıyorsa, dinen doğru değildir. O hayırlarınızı, başka türlü yapın. Vekâletle kurbanın parasını başka amaçlara harcarsanız, dinen kurban vecibenizi yerine getirmiş olmaz, sadece hayır yapmış olursunuz. Biz, Allah’ın ve Resulünün bize söylediklerini, topluma aktarmakla görevliyiz. Yoksa ibadetlerin Allah katında kabul olmasının mütevellisi değiliz. Sırf insanların gönlü olsun diye, dinen doğru olmayan şeylere doğru diyemeyiz. Bu itibarla, kesimsiz vekâletle kurban kampanyası olmamalıdır. Yapanlar varsa da din kardeşlerimiz bunlara itibar etmesin.
Kurban kesiminde nelere dikkat edilmelidir?
İslam, her işi iyi ve güzel yapmayı, tüm yaratılmışlara karşı merhametli olmayı öğütler. Kurban kesme konusunda da aynı duyarlılıkla hareket edilmeli, kurban edilecek hayvana eziyet yapılmamalı. Ayrıca, çevre sağlığının korunması da insani bir ödevdir. Kurban edilecek hayvanların kesimi mutlaka ehil kimselerce yapılmalı, kurban atıkları gelişigüzel yerlere bırakılmamalı, temizliğe özen gösterilmeli, bu amaçla hazırlanmış olan mekânlardan ve teknolojik imkânlardan yararlanılmalıdır.
Bayramların toplumlara ne gibi katkıları vardır?
Bayramlar, giderek yitirilen sevgi, kardeşlik, paylaşma ve dayanışma gibi insani değerlerin yeniden kazanılmasına, toplumda barış ve huzur ortamının yaygınlaşmasına, kulluk bilincinin canlanmasına vesile olan müstesna zaman dilimleridir.” Aynı zamanda bayramlar, gündelik hayatın yoğun koşuşturması içinde yalnızlaşan ve en yakınlarına bile zaman ayırmakta zorlanan günümüz insanının bir nebze olsun durup düşünmesine, kısır çekişmelerden, anlamsız kırgınlıklardan uzaklaşarak çevresindekileri fark etmesine, akrabalık ve komşuluk bağlarını kuvvetlendirmesine imkân sağlar.
Bayramların gerçek bayram olarak yaşanabilmesi için, başta aile büyüklerimiz olmak üzere bütün yakınlarımızı, komşularımızı, akraba ve dostlarımızı, hasta ve kimsesizleri ziyaret etmeliyiz. Bu kaynaşma ve paylaşma gününde, hiç kimseyi bu bayram coşkusunun dışında bırakmamaya özen göstermeliyiz. Çünkü bayram, toplumun bütün kesimleri tarafından paylaşıldığı oranda “bayram” olma özelliği kazanacaktır.
Kurban Bayramı ile ilgili mesajınızı alabilir miyiz?
İçinde pek çok güzellikleri ve nice hikmetleri barındıran Kurban Bayramı ile bir kez daha buluşacak olmanın mutluluk ve heyecanının yaşıyoruz, Yüce Allah’ın ilahi çağrısına icabet edip hac görevini ifa etmek üzere kutsal topraklarda bulunan hacılarla birlikte tüm vatandaşlara ve Müslümanlara selam ve hayır dualarımı gönderiyorum. Bu duygu ve düşüncelerle başta milletimiz olmak üzere, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın ve bütün İslam âleminin Kurban Bayramı’nı tebrik ederken, Allah katında kurbanlarımızın makbul olmasını diler ve bayramın getirdiği kardeşlik, dayanışma ve kaynaşma ruhu ile tüm dünyanın barış, huzur ve esenlik içinde yaşamasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.”
***
İslâmi inanışın anlaşılır dili: Prof. Ali Bardakoğlu
16. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu’yla yaptığımız geniş kapsamlı söyleşiyi tek bölüme sığdırmak için söyleşinin bir kısmını makaslamak veya özetin özeti şeklinde vermek çözüm olabilirdi belki. Ancak Sayın Bardakoğlu’nun verdiği bilgiyle bezeli her yanıtın, altın değerindeki her bilginin sizlere ulaşması bizim için görevdi. Diyanet İşleri eski başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu röportajının 2. Bölümünü takdimimizdir…
Tarikatlar ve Cemaatler
M. Güven: Tarikat ve İslami Cemaat adı altında bazı kişilerin gruplaşması ve cahil insanlarımızı peşi sıra sürüklemesini, onların dini duygularını istismar ederek çıkar sağlamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Prof. Bardakoğlu: Tüm tarikat ve cemaatleri içine alan bir genelleme yapmamız yanlış olur. İçlerinde düzgün olan, Kur’an ve sünnet çizgisinde olanlar vardır. Ama sözünü ettiğiniz şekilde olanlar da yok değildir.
Sayın hocam, toplumumuz sürekli bölünmeye, ayrıştırılmaya çalışılıyor, kamplaşmalar yaşanıyor. Din alanında da Alevi-Sünni bölünmesi, sürtüşmesi körükleniyor. Aleviliğe bakış açınız nedir?
İslam dini 14 asırdır birleştirici bir çimentodur. İslam birleşmeyi öneriyor, farklılıkları zenginlik saymamızı öğütlüyor. Ama sizin de söylediğiniz gibi bu kavgalardan nemalananlar her dönemde olmuştur. Türkiye’de sayıları çok az olsa da Şii bir grup olan Caferiler var.
Mezhep değil ama daha çok bir mistik kültürel oluşum olan, tekke ve zaviyeler kapandıktan sonra isim vermekte zorlandığımız bir inanç geleneği olarak Alevilik var. Ve kahir ekseriyeti Sünni, belli ölçüde de Şafi mezhebine mensup olan inanç sahibi insanlarımız var. Bunlar şimdiye kadar sorun olmadı. Alevi kardeşlerimizden camiye gelen geldi, gelmeyen gelmedi. Namaz kılan kıldı, kılmayan kılmadı. Sünni dediğimiz aile içinde de aynı aileden namaz kılan var, kılmayan var. Namazı kılan kılar, kılmayan kılmaz.
İçki içen içer, içmeyen içmez. Başını örten örter, örtmeyen örtmez. Kimse namaz kılmadı diye cehennemlik olmaz. Biz bunları dışlamayız. Bir gün namaz kılar, gün gelir içkinin haram olduğunu hatırlayıp bırakır diye baktık. İnsanları eleştirmek yerine doğru yolu göstermek esastır.
Hepimiz yeri geliyor gıybet ediyoruz, yalan söylüyoruz, günah işliyoruz. Bizler günahlarımız sebebiyle birbirimizle kavga edecek değiliz. Bir insan kusur arayacaksa önce kendisinde arayacak. Kısacası farklılıklar bizim zenginliklerimizdir.
“Terör inanç zayıflığından beslenir’’
Bir insanı öldürmenin tüm insanlık âlemini öldürmekle eşdeğer tutulduğu Kur’an hükmü ve on binlerce insanın hayatına mal olan terör belası… Terörizm konusundaki görüşleriniz?
Türkiye bir terör tehdidiyle karşı karşıyadır. Terörün temelinde yatan, etnik köken ayrımcılığıdır. Bizim milletimiz bu ayrımcılığı hak etmedi. Kimse kimseyi etnik kökeni cinsiyeti veya dili sebebiyle dışlamadı. Hiçbir etnik grubun terörizme varan davasını haklı görmemiz mümkün değildir.
Hepimiz Hz. Âdem’in çocuklarıyız. Âdemden geldik toprağa gideceğiz. İslam inancı zayıflayıp rahmeti çekilince geriye kardeş kavgaları kalıyor. Terör bundan besleniyor.
Bizim Kastamonu ile doğunun yolları arasında ve aldığı hizmet konusunda bir fark yok. Yani hakkımızı arıyoruz bahanesi geçerli değil.
Her şeye rağmen bölge insanının tamamını töhmet altında bırakacak ifadelerden kaçınmak gerekir. İçlerinde çok aklıselim sahibi kişilerin oluşudur zaten terör örgütünün amacına ulaşamaması.
Toplumda kadın-erkek ilişkileri ve kadının toplumdaki yeri ile ilgili birçok açıklamanız oldu. Neler söylersiniz bu konuda?
Türkiye dâhil tüm İslam dünyasının zaaf noktalarından biri kadın haklarıdır, kadına bakış açısının yanlışlığıdır. Artık geleneksel bakış açımızı değiştirme vakti gelmiştir. Kadın erkeğin kölesi değildir. Bir süs eşyası değildir. Allah nüfusun yarısını kadın olarak yarattı. Kız çocuklarımızı okutmadık evlere hapsettik. Hâlbuki kız çocuklarımızı daha çok okutmalıyız. Çocuğu yetiştiren, eğiten annedir.
Kadınlara camilerde bile yer açmadık, camiler sanki orta yaş ve üstü erkeklerin ibadet yeriymiş gibi algılandı.
Kadınlar evlere hapsedilmemeli, artık sosyal hayatımızda yer almalı.
Kadın-erkek ilişkisinde gerekli durumlarda tokalaşmak dinen caiz midir?
Kadın Erkek tokalaşması daha çok bir kültürel durumdur. Tokalaşma kültürünün olmadığı toplumlarda ve kadının isteği dışında tokalaşmaya çalışmak gereksizdir. Kadının tokalaşmasını medeniyet ölçüsü saymak da doğru değildir. Bir kadının geleneği, çalışma ortamı ve pozisyonu gereği bir erkekle tokalaşmasını eleştirmemiz ve dışlamamız doğru olmaz.
“İffeti korumak sadece kadına farz değildir’’
Tokalaşması durumunda kadın günah işlemiş olur mu?
Tokalaşmayı yasaklayan kesin bir hüküm bir dini metin yok. Ama tokalaşma isteği olmayan bir kadına da saygı göstermemiz ve o el uzatmadıkça el uzatmamamız da bir görgü kuralıdır.
İffet açısından bakacak olursak; Kur’an-ı kerimde iffetle ilgili ayetlerde sadece kadına değil, erkeklere de kurallar konulmuştur. Bu konudaki ayetler ‘’Ey erkekler, Ey kadınlar diye başlar. İffeti korumak sadece kadınlara verilmiş bir ödev ve erkek de onun namus bekçisi değildir. Kadını potansiyel suçlu gibi görmemeli kadınlarımıza güvenmeliyiz.
İslam’ın kadınların örtünmesi konusundaki hükmü nedir ve ilahiyatçıların bu konuda mutabakat sağlayamamasını neye bağlıyorsunuz?
Nur ve Ahzab surelerindeki ilgili ayetlerde Allah kadınların başların kollarını ve vücutlarını örtmelerini açıkça emrediyor. 14 asırdır da Müslüman kadınlar bunu dini vecibe olarak gördüler ve uyguladılar. Birkaç kişinin TV’ye çıkıp aksine şeyler söyleyip kafa karıştırması bu genel kanaati ve doğru tespiti değiştirmez.
Türkiye’de 300-500 ilahiyatçı varken birisi çıkıp farklı bir şey söylüyorsa hemen onu ekrana çıkarıp sansasyon meydana getirmek için kullanıyorlar. Müslüman kadının örtünmesi dinin kesin emridir. Bu tartışılamaz. Ama örtünmeyen kadını dışlamak ta yanlıştır. İçki içmek haramdır. Yalan söylemek, gıybet etmek haramdır. Ama insanları günahlarından dolayı dışlamamalıyız. Bizler kişilerin dindarlıklarını ölçme memuru değiliz.
Sayın Bardakoğlu, sizin Diyanet İşleri Başkanlığınız ve bu görevden ayrılmanızla ilgili sorularımız olacak… Önemli bir akademik kariyer sonrası bu kariyerinizi Dini alanda devletin en yüksek mertebesi ve tek yetkili mercii olan Diyanet İşleri Başkanlığıyla taçlandırdınız. 8 yıla yakın bir süre kaldığınız ve kendi isteğinizle ayrıldığınız bu görev sonrası birden bire kendinizi siyasi bir tartışmanın tarafı ve bir siyasi aktör olarak buldunuz. Neydi iktidarla aranızda yaşanan siyasi sürtüşme?
Hayır, ben siyasi bir aktör değilim, hiçbir zamanda olmadım. Ben her zaman olduğu gibi Diyanet İşleri Başkanlığı görevimi de en iyi şekilde bağımsız yapma çabasında oldum.
Bir insan yaptığı işi iyi biliyorsa bağımsız hareket etmesi gayet tabiidir. Ve bu kimseyi rahatsız etmemelidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı siyasi bir kurum değildir ve olmamalıdır. Ben görev sürem boyunca başkanlık olarak toplumun her kesimini kucaklayan ve herkese eşit mesafede duran prensipleri benimsedim. 8 yıl böyle geçti. Ve bu süre yeterliydi. Ben zaten en baştan 5-6 yıllığına diye düşünmüştüm. Sonra görev sürem uzatıldı. Ama gelinen noktada siyasi bir sürtüşme oldu diyemem.
“Görevime kimse müdahale edemez’’
Uzatılan görev sürenizin dolmasına iki aylık bir süre kalmışken görevden ayrılmanız kafalarda soru işareti oluşturdu. Mevcut iktidarla ilgili yapılan biat kültürü tartışmaları herkesçe biliniyor. İma yoluyla bile olsa sizden de biat etmeniz istendi mi? Görev ve yetkileriniz konusunda bir müdahale söz konusu oldu mu?
Siz görevinize müdahale ettirirseniz her zaman müdahale eden bulunur. Benim tabiatımda öyle bir müdahaleye açık taraf yoktur. Bu büyük bir zaaf ve özgüven kaybıdır. Ben dini bir konuda açıklama yaparken, dini bir hizmet konusunda bir çizgi belirlerken İktidar ne der, Ana muhalefet ne der, Ordu ne der, yargı ne der gibi bir kaygım hiç olmadı. Dini konuda açıklama yapacaksam bakacağım şeylerden biri toplumun ihtiyaçları ikincisi İslam’ın ana kaynaklarıdır. Olması gerekende budur. Ama bu bazılarını rahatsız etmiş olabilir.
Yaptığınız çıkışlar toplumun bazı kesimleri tarafından desteklendi. Hatta medyanın bir bölümü tarafından belki fikirlerinizi desteklediklerinden, belki iktidara olan tepkilerini dillendirme imkânı buldukları için adeta alkışlandınız. Bir başkaldırı mıydı bu yaptığınız?
Hayır, ben sadece görevimi yaptım, yetkilerimi kullandım. Demokrasi içinde tartışırsınız, uzlaşırsınız. İşinizde doğru bildiğiniz bir şeyi terk edip başkasının eğrisine yönelemezsiniz. Diyanet İşleri Başkanlığı her zaman siyasetin dışında kalmalı. Zaman zaman bu ilke şartlar gereği aksamış olabilir. Ancak, bağımsız dik duruş İslam dinine hizmetin bir parçasıdır.
Cumhurbaşkanlığı düzeyinde Sezer ile Gül dönemi arasında makamınızın saygınlığı bakımından bir farktan söz edilebilir mi?
Hayır. Gerek Sayın Sezer, gerekse Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde ilişkilerimiz gayet iyiydi.
“Laiklik Din özgürlüğünün teminatıdır’’
Bir din adamı olarak Laiklik kavramını nasıl açıklarsınız?
Laiklik din özgürlüğünün teminatıdır. Dini hayatı garanti altına alan geniş bir hürriyet zemini verebilir de diyebilirsiniz. Tersi düşünürseniz dinin önündeki engel de diyebilirsiniz. Mesele bizim kavramlara yüklediğimiz anlamdır.
Demokrasi dediniz… Şu anda ülkemizde demokrasi tam anlamıyla işleyen bir sistem midir, dikta özentiliği söz konusu mudur?
Demokrasinin Türkiye’de en büyük zaafı işleyişidir. Çok kolay oligarşi ’ye dönüşebilir. Türkiye’de Demokrasi, çok kolay bir şekilde aile ve şirket gibi işletilmeye çalışabilir.
“Güç ve İktidar insanları bozar’’
Ülke olarak öyle bir dönemden mi geçiyoruz?
Güç ve iktidar insanları bozar. Demokrasi halktan alınan gücün belli ellerde toplanmasını sağlıyor. Türkiye’de halktan alınan bu gücü iktidarlar hep kendi marifetleri saydılar. Gücü elinde bulunduranlar ben bilirimci ve bu ülke benden sorulur anlayışına sürüklendi. Bu güç onları bozdu. Sadece siyaset için değil, elinde güç bulunduran her kurum ve kuruluş için geçerlidir bu söylediklerim.
TSK’nın asimilasyonu ve yargı üzerinde iktidarın vesayeti eleştirilerine katılıyor musunuz?
Bence Türkiye normalleşiyor, sivilleşiyor. Atılması gereken adımlar bunlar. Ama önemli bir hususun altını da çizmek gerekiyor; Bu düzenlemeleri yaparken elinizde topladığınız gücü iyi yönetmelisiniz.
Yani bütün güçleri elimde topladım, artık krallığımı ilan edebilirim fikrine… Öyle bir tehlike söz konusu mudur hocam?
Bu tehlike her toplumda olabilir. Şimdilik acil bir tehlike olarak görmüyorum fakat yaşanan dönüşümler sonrası bazen dengeli güç yerine aksak bir başka denge ve güç denklemi ortaya çıkabilir. Türkiye’nin bu güne kadarki güç dengeleri bana göre arızalıydı. Gücün kaynağının millet olduğu unutulmuştu. Güçleri elinde bulunduranlar adeta milletin sahibi rolünü üstlenmişti.
Geleceğe yönelik düzenlemeler yapılırken rövanşizm düşünülmemeli. Şimdiye kadar uygulananın aksini yapma adına yapılan düzenlemeler doğru olmaz.
“Siyasete girmeyi asla düşünmüyorum’’
Siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?
Hiçbir zaman düşünmedim ve düşünmüyorum. Din bilgini toplumun her kesimini kucaklamalı. Din bilgininin siyaset yapmasını doğru bulmuyorum. İçime sindiremiyorum. Dini bir görevden sonra siyaset yapılmasını da, siyasetten sonra akademik kariyere devam edilmesini de doğru bulmuyorum.
“İslam Dini sosyal bir Dindir’’
Hocam, bir şey dikkatimizi çekti ve sanırım sizin aydın kişiliğinizin ortaya çıkmasıyla da bağlantılı bu; Siz bir yandan önemli bir din bilimcisi, diğer yandan hukukçusunuz, ancak sizi farklı kılan sanırım sosyolojiyi de iyi bilmeniz. Söylediklerinizin anlaşılır olması için azami gayret sarf ediyorsunuz.
Sorduğumuz bazı sorulara sosyolojiden destek alarak verdiğiniz yanıtlarda bunu görebiliyoruz. En alt seviye eğitime sahip olanın bile anlayacağı bir üslup geliştirmişsiniz. Teknik terimleri bir kenara bırakarak sade ve yalın anlatım tarzınız takdire şayan. Nasıl tanımlıyorsunuz bu üslubu?
Estağfurullah… İslam dini zaten sosyal bir dindir. Topluma hitap eden bir dindir. Masa başı dini değildir. Toplumu anlamadan dini anlamak mümkün değildir.
Son yıllarda sürekli konuşulan ‘’Dinler Arası Diyalog” tan ne anlamalıyız hocam?
Biz her dinin mensubuyla oturur konuşuruz. Ama son ve hak dinin İslam olduğunu tartışmayız. Batılıların ısrarla istediği hepimiz hak diniz dedirtmektir. Bu facia olur. Bir Müslüman İslamiyet haricinde bir dini hak din kabul edemez. İslamiyet’in gereği budur.
“Sanat ve Edebiyat Dini hayatın ayrılmaz parçasıdır’’
Sanat ve edebiyatın dindeki yeri nedir?
Sanat ve edebiyat dini hayatın, dini geleneğin ayrılmaz parçasıdır. Dinin şehirleşmesi demektir. Güzel sanatlar Müslümanların olgunlaşma sürecindeki deneme ürünleridir, medeniyet ürünleridir. İyi bir müzik dinleyicisi, iyi bir şiir yorumcusuyumdur. Sanatta sanatçının ideolojisine, siyasi görüşüne değil sanatsal değerine bakarım.
…Ve Kastamonu
Kastamonu desek neler söylersiniz?
Kastamonu deyince her anlamda önemli bir vilayetten söz ediyoruz. En eski vilayetlerimizden birisi. Kastamonu sınırları tarihte buradan (Üsküdar) başlıyor. Hakikaten manevi yönüyle de Türkiye’nin medar-ı iftiharı. Kastamonu insanının birçok hasleti var; Çanakkale’de en çok şehit vermiş vilayetimiz, hiçbir zaman ayrılık gayrılık gözetmeyen, tevazu sahibi, alçakgönüllü bir toplum. Nüfusa oranla Cami sayısı bakımından en yüksek il Kastamonu’dur. Geçmişine saygılı, geleneklerine bağlı insanların yaşadığı yerdir Kastamonu.
En bilineni Hz. Pir olmak üzere Evliya yatağıdır Kastamonu. Her adımda bir büyük evliyanın kabrine türbesine rastlamak mümkündür.
Diyanet İşleri Başkanlığınız döneminde Kastamonu’ya yaptığınız hizmetler nelerdir?
Kastamonu il Müftülüğünü eski adliye binasına taşıdık, bu son derece gerekliydi. Kastamonu gibi bir vilayetin müftülüğünün apartman dairesinde hizmet vermesine gönlümüz razı olmazdı. Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli türbesinin biraz ilerisinde Kur’an kursu ve eğitim binamızı yaptık. Seydiler’de Kur’an kursu binalarını açtık. Kastamonu ve her bir ilçesinde elimizden gelen hizmeti vermeye çalıştık.
Sayın hocam, büyük bir keyifle gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi için okurlarımız ve hemşerilerimiz adına teşekkür ediyoruz.
(İki ciltten oluşan 21. Yüzyıl Türkiye’sinde Din ve Diyanet isimli eserini imzalayıp uzatırken)
Bu fırsatı sağladığınız, Kastamonululara köprü olduğunuz için şahsınıza ve gazetenize ben teşekkür ederim. Tüm hemşerilerime sevgi ve selamlarımı sunuyorum.
Bu yazı içeriğinin tüm hakları www.istamonu.com ve GAZETE İSTAMONU’ya aittir. İzinsiz yayınlayanlar hakkında hukuki işlem başlatılacaktır.