Murat Güven ile Derin Diyaloğun Konuğu: Tahsin Şentürk…
Röportör: Murat GÜVEN
Bu hafta, aynı topraklarda doğmuş olmaktan onur duyduğumuz, şiirleriyle hayat bulduğumuz yaşayan efsane Tahsin Şentürk’ü ağırlıyoruz Derin Diyalog’da…
Her mısrasında başka bir dünyaya pencere açan, her sözü kurşun gibi yüreklere işleyen, her bakışı bin anlam yüklü şair Tahsin Şentürk söyleşisi takdimimizdir…
1.Bölüm
Ne zaman bir şair anlatılsa bir yazıda bir sözde; mevsim hazandır… Geçmiştir şairin baharı, yazı, verilmiştir son nefes.
Ne zaman bir şair özgürce bir iki kelam etmeye kalksa canım ülkemde; Onu bekler çelikten örülmüş dev kafes.
Yaşarken hak ettiği değeri bulamayan şairlerimiz, sanatçılarımız aramızdan ayrıldıktan sonra değerleniyor maalesef; “Kör ölür, badem göz olur” misali. Sabun köpüğü şarkıların hüküm sürdüğü, herkesin kendisini şair sandığı popülist sanat anlayışının saltanatına dur demeli birileri.
Kolay olunmuyor şair, kolay değil sanatçı olmak… Kolay mı sanır, rastgele sözleri üst üste, yan yana dizdi diye şair olduğunu sanan aymazlar, Tahsin Şentürk olmayı acaba?
Emek vermeden, çile çekmeden olunur mu, kalınır mı şair?
Bu hafta, aynı topraklarda doğmuş olmaktan onur duyduğumuz, şiirleriyle hayat bulduğumuz yaşayan efsane Tahsin Şentürk’ü ağırlıyoruz Derin Diyalog’da…
Her mısrasında başka bir dünyaya pencere açan, her sözü kurşun gibi yüreklere işleyen, her bakışı bin anlam yüklü şair Tahsin Şentürk söyleşisi takdimimizdir…
Murat Güven: Hocam öncelikle bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz. Milletçe kıymet bilmezliğimizin önüne geçme çabasıdır bir anlamda bu buluşma. Yaşayan değerlerimizin yaşarken değerini bilmeyi aşılamaktır bir anlamda. Siz Kastamonu’muzun yetiştirdiği ve ülke çapında önemli bir yere haiz olmuş ender edebiyatçılarımızdansınız. İstedik ki, sizin şiirlerinizle büyümüş olan kuşaklarla yeni nesil, yine sizin şiirlerinizde buluşsun, boynu bükük kalmasın TV ve İnternet gençliği…
Tahsin Şentürk: Efendim öncelikle övgü dolu sözlerinize teşekkür ediyor, sevenlerimizle buluşturma çabanızı takdir ediyorum. Benim bir sözüm vardır; ‘şairin ölüsü makbuldür’ diye… Keşke böyle olmasa, keşke herkes hayattayken değerini bulsa, ama hayatın keşmekeşi içinde bazı şeyler maalesef ıskalanıyor.
“Var mı gözyaşının başka bir rengi”
Değerli üstat, ilk sayımızdan itibaren uygulaya geldiğimiz farklılığı sürdürme adına, doğumdan başlayarak bugüne gelinen klasik soru-cevap formatının dışına çıkıp, günümüzden başlayalım istiyoruz… Maalesef ülkemiz adı konulmamış bir savaşın pençesinde. Her gün şehit haberleri alıyoruz, yüreğimiz yangın yeri oldu. Sizin şair ruhunuzu nasıl etkiliyor bu yaşanılanlar, nereye gidiyoruz biz?
Gerçekten zor bir dönemden geçiyoruz. Sizler gibi duyarlı insanlar bu bilançoyu görüyor ve irdeliyor. Terörsüz bir gün geçmiyor ve bu yüreklerimizde derin izler bırakıyor. Bir huzur ve güven ortamını maalesef sağlayamamışız. Her gün terörle sarsılıyoruz. Ayrılıkçı terör bir yandan, trafik terörü diğer yandan… Oysa kanın başka bir rengi yok! Var mı gözyaşının başka bir rengi? Anlam veremiyorum, çözemiyorum. İçerden ve dışarıdan nifak tohumları ekenlerin yol açtığı bir durumdur, acı bir gerçektir bu.
Peki, nedir bunun çözümü?
Vatanımız bir, bayrağımız bir, haritamız bir… Aynı Allah’a inanıyor, aynı ezanı dinliyoruz huşu içinde. Çözümü oturup konuşarak ortak paydada buluşmaktır. Ben ülkeyi yönetenlerin söylemlerini katı ve vahşi buluyorum. Sorumluların, devlet adamlarının hitap şekli çok önemli… Sesinin tınısındaki vurgu, anlam, belirleyici rol oynuyor.
Yani terör örgütüyle oturup konuşsunlar, çözüm üretsinler mi diyorsunuz?
Hayır, o sınır artık geçilmiştir. Önceden evet öyle düşünüyordum. Ama artık bunun için çok geç.
Nedir sizce terörü yaratan ve yaşatan?
Öncelikle o bölgenin kalkındırılamaması, sanayileşememesi, çaresizlik, kandırılmışlıktır. O yörenin jeolojik yapısı, sosyal-kültürel yapısı, bu yapının birileri tarafından körüklenmesi, kaşınması. Örnekler çoğaltılabilir.
Aynı geri kalmışlık ülkenin diğer bölgelerindeki birçok ilde de mevcut. Örneğin Kastamonu’da, kalkınmada geri kalmış bir ildir ama hiçbir Kastamonulu devletine silah çekmemiştir. Bunu nasıl izah edersiniz?
Aslında bu saydıklarımız küçük bahaneler. İşin özünde vatan sevgisi yatıyor. Kandırılmaya müsait oluş var. Ama Atatürk dönemindeki kalkınma sürseydi terör bu seviyeye gelmezdi. Elbette Kastamonu’nun yeri ayrıdır. Bir Kastamonulu olarak bunu söylemem ne kadar yakışık alır bilemem ama Kastamonu Kurtuluş Savaşı’nda istilaya uğramadığı halde en çok şehit veren ildir. Kastamonu şehitler diyarıdır. Bu biraz da genlerle ilgilidir.
“Küllükte sürünen eşek, Cins atla yarışır oldu”
İsterseniz bu tatsız konuyu burada noktalayalım. Günümüzdeki bir diğer çarpıklığa geçelim; günümüzde iki satır karalayana şair, sabun köpüğü tekerlemelerden oluşan tuhaflığa şarkı, onu sözüm ona icra edene de sanatçı denilir oldu. Siz nasıl bakıyorsunuz bu popülizmin oradan oraya savurduğu sanatçı kisvesi altındaki popüler kültür ikonlarına?
Murat bey, öyle bir konuya değindiniz ki, sanat âlemi için büyük bir yaradır. Ekonomide kötü para iyi parayı kovar diye bir deyim vardır, ben bunu ona benzetiyorum. Ajdar diye birisi var mesela, onun yaptığı şeye sanat diyebilecek kadar yüzeysel bir sanat anlayışı oluştu memlekette. Ve bunu körükleyen, lanse eden medya, insanların sanat algısını bozdu, değiştirdi. Şiir; şiirse şiirdir demiştir şair. Her söz şiir olmaz ki…
İnsanları küçümsemekten imtina ederim ama eğer kültür adına, sanat adına bir şey söyleyeceksek; bunların yaptığı sanat değildir, şiir değildir, laf kalabalığıdır.
Sanat özveri ister, çile ister. Bugün divan edebiyatından, halk edebiyatından isimlere bakın nereden gelmiş insanlar… Bu bir yetenektir, yeteneğin yaşayarak beslenmesidir. Gezip görerek olgunlaşıp beslenmiş insanlardır edebiyatçılar. Bakın şimdi Karacaoğlan’ı hatırladım, unutulmaya yüz tutmuş Gevheri geldi aklıma… Gevheri’den 13. Yüzyıla ait bir şiirle yanıt vermek yerinde olur sanırım;
Hey ağalar zaman azdı
Düşmüşe el üşer oldu
Küllükte sürünen eşek
Cins atla yarışır oldu
Palas üstünde yatmayan
Bıyıg’na pala batmayan
Porsuk ardından yetmeyen
Ceylana erişir oldu
Evlerinin önü yazı
Yayılır turnası kazı
Yaşı yetmedik kuzu
Koç ile vuruşur oldu
Gevheri der işler hata
Katırlar baskındır ata
Olur olmaz maslahata
Çocuklar karışır oldu
13. Yüzyılda Gevheri’nin yazdığı bu şiirin günümüze ışık tutması çok manidardır.
“Gerçek sanat, er ya da geç değerini bulur”
Yani her çağda bugünkü yozlaşma yaşanmıştır ama gerçek anlamda yapılan sanat günümüze kadar ulaşmıştır demek midir bu?
Evet, her çağda sanat alanında yozlaşmalar yaşanmıştır ama sanat değeri olmayanlar zaman tarafından elenerek, gerçek sanat ve sanatçılar er ya da geç hak ettiği yeri bulmuştur. Halk şairlerimizden bir örnek daha verelim;
Bir mürşide olsam çırak
Bir olurdu yakın ırak
Kemiğim yapsınlar tarak
Yar zülfün tellerine
Şuraya bakın, bu nasıl bir aşktır ki, ölünce yârinin saçlarında yaşamayı düşlüyor.
Bugünün şarkı sözlerine bakalım şimdi de;
Sevgili koluma takarım
Bebek’te üç-beş tur atarım
Olmadı bi’de sinema yaparım
Gör bak nasıl unutkanım…
Bu mudur aşk, bu mudur şiir, şarkı!
Sabun köpüğü şarkıların ortaya çıkardığı sabun köpüğü aşklar yaşanıyor günümüzde. Aşk, kemiğinin yârin saçlarına tarak olmasına razı olma durumundan, sevgilisini koluna takıp İstanbul turuna çıkma yüzeyselliğine indirgendi. Aşk nedir sizce?
Aşkın tarifi yoktur, şiirinde yoktur aslında. Hep yakın tarifler vardır. Yine bir halk ozanı Âşık Veysel’in tarifiyle aşk; ‘Seveceksin, kavuşamayacaksın. İşte o aşktır.’
Aşk ulaşılamayandır. Ulaşılırsa bölünür, bütünlüğünü kaybeder. Nice masallara konu olmuş, nice kahramanlık destanlarına girmiş aşkın sırrı tarih boyu çözülememiştir.
Hazır şiirin bu kadar içine girmişken sormak istiyoruz; sizin serbest ve hece vezniyle yazdığınız şiirler var. Tarzınızı tam olarak nasıl tanımlarsınız?
Yergi-taşlama, ben ona ufalama diyorum.
Ve siz bu tarzın öncüsüsünüz öyle değil mi?
Şairlerden pek yok bu tarzı benimseyen. Hüseyin Avni Cinozoğlu ve Fazıl Bayraktar’ın dışında. Ama mutlaka başka yazanlar da vardır, tek benim demek istemem.
Hocam bir defa şunda anlaşalım; bu söyleşiyle tarihe not düşüyoruz. Ve siz çok fazla tevazu gösteriyorsunuz. Sevenleriniz adına sizden rica ediyoruz, tevazuu bir kenara bırakınız ve Tahsin Şentürk’ün şair kişiliğini tam manasıyla ortaya koymamıza yardımcı olunuz. Örneğin, sahip olduğunuz birçok birinciliğin yanı sıra, Hürriyet gazetesinin 1971 yılında düzenlediği “Güleriz Ağlanacak Halimize” mizah yarışmasında birincilik aldınız. Bu birincilik bizce sizin alanınızda tek olduğunuzun tescilidir.
Teşekkür ediyorum, ama ben yapım gereği kendimi öne çıkarmayı pek sevmem. Övülmekten utanırım. Dediğiniz gibi benimsediğim hiciv geleneğini sürdüren pek yok aslında. Ben bir kitap okurum, gazetede bir haber okurum ve hemen elim kaleme gider, o okuduğum veya şahit olduğum şeyin hicvini yaparım. Mesela yıllar önce bir amcayla karşılaştık, doktordan geliyormuş, doktor reçete yazmış; sabah tok karnına, öğlen tok karnına, akşam tok karnına… Geçmiş olsun diyerek amcadan ayrıldım, sonra baktım ben bununla ilgili şöyle bir şey yazmışım;
Reçete…
Yazdığın ilaçlar, üç öğün, tok karnına.
Pekiyi de doktor, öyle olsa düşer miydik kapına…
Yine bir gün gazetede bir haber okudum; “gözyaşı en iyi ilaç”
E tabi tıbben bunun yararları var, ama ben buna bir yorum getirdim;
Gözyaşı en iyi ilaçmış,
Desenize bir de teşekkür borçlandık, anamızı ağlatanlara…
“Çevreye duyarsızlık geleceğe ihanettir”
Sizin bir özelliğiniz de çevreye, doğaya olan aşırı düşkünlüğünüz ve hassasiyetinizdir. Sizi tanıyan herkes tarafından takdir edilen bu yönünüz nasıl gelişti, çevre duyarlılığının siz de bu kadar yoğun şekilde tezahür etmesinin sebebi nedir?
Ben çevreyle sağlığın, insanın, geleceğin özdeş olduğunu düşünüyorum. Çevreyi bireysel ölçekte gündemimize almıyorsak çocuklarımıza, gelecek kuşaklara ihanet etmiş oluruz.
Sevginin aslı korumaktır, korumuyorsak ötesi yalan.
Çevreyle ilgili hicivlerinizden birkaç alıntı yapalım mı, ne dersiniz?
Hayvanlara vahşi deniyor, oysa asıl vahşi insandır. En vahşi canlı, insandır. Bununla ilgili şöyle yazmıştım;
Şu dünyanın ortasına acilen
Tüm varlıklara hitaben
Dikmeli bir tabela
Ve yazmalı kocaman harflerle
Dikkat! İnsan var…
Bir diğeri;
Betonistan
Şehir beton silsilesi
Tek yeşil alan var
O da uzaktan bakınca
A/dö4t kadar.
Bir de her yaz çıkan-çıkarılan orman yangınları meselesi var
Murat bey, yazın adı orman yangınları mevsimi oldu maalesef. Bir mangal kültürü oluştu, nereye gitsek mangal yakıyoruz. Bu konuyla ilgili de şöyle demişim;
Vaar; var atalarımızla ortak bir yanımız
Onların mangal gibi yüreği vardı;
Bizim de mangalımızda yürek var, cız bız.
Bir kültür adamı, sevgili dostum Osman Natıroğlu’nun;
Nasıl da yok ediyorlar vatanın simgesi hayat kaynağı ormanları,
Biz bir ağaca, bir dala, hatta bir yaprağa kıyamazken…
Dizelerinden etkilenerek yazdığım ve “Saatli Maarif Takvimi”nde yer alan Yanan Ormanın Sesi şiirim ise;
Kibrit, benim ağacımdan;
Kibritin ateş almasını sağlayan oksijen benden
Üstelik beni yakan insan, bana borçlu havasını suyunu.
Ben bir ormandım,
Nice bitkinin vatanı
Evi-barkıydım binlerce canlının.
Deniz bizim, bizim su… Yediğimiz kimin uskumrusu?
Balıklarla ilgili bir hicvinizi hatırlıyorum, balık ithalatını anlatan. Nasıldı?
Marmara Denizi’nde, İstanbul’da 120 çeşit balık vardı. Çok değil, 40 yıl gibi bir zamanda bu balıkların çoğunun nesli tükendi. Eminönü’nde, Galata köprüsünde yediğimiz balıkların ithal olduğunu kaç kişi biliyor;
Deniz bizim, bizim su
Yediğimiz balık
Norveç uskumrusu.
***
(2.Bölüm)
Çepeçevre kuşatılmış ruhları kirden arındıran şair: Tahsin Şentürk
Edebiyat dünyasını merkez alarak keyifli bir yolculuğa çıkıyoruz büyük usta Şentürk ile… Kâh kendisi gibi kalplerde yer etmiş şairlerle olan dostluklarından yıllar boyu damıttığı anılarını anlatıyor, kâh çevreye duyarsızlığın şair ruhunda açtığı derin yaralardan dem vuruyor…
Her ne kadar ülkemizde gerçek sanatçıların değerinin yaşarken anlaşılamadığını hatırlatarak sorduğumuz; “Halinizden maddi ve manevi anlamda memnun musunuz?” Sorumuza kibarlığı ve beyefendiliği gereği; “Emekliyim, arada imza günleri falan oluyor geçinip gidiyoruz.’ Diye yanıtlasa da, hayata dair her konuda söyleyeceği sözü olan bir söz ustasının toplumsal vefasızlığımızı anlatmaya kifayet edecek kelimeleri seçmekte zorlandığını anlıyoruz.
Üstat Tahsin Şentürk’ün; “Birçok gazete ve dergiden röportaj teklifleri alıyorum, doğrusu zaman ayıramıyorum, ama sizin yeriniz bende çok farklı” demesinden duyduğumuz memnuniyetle söyleşinin ikinci bölümüne geçiyoruz…
6’ya yatırım
Murat Güven: Sevgili hocam, üretken bir edebiyatçı olarak şimdiye kadar kaç eser verdiniz, sırada okurlarınızla buluşmayı bekleyen eserleriniz var mı?
Tahsin Şentürk: Yayımlanmış 7 kitabım ve bazı ortak kitap çalışmalarında imzam var. 2 kitabım da tezgâhta pişiyor. Ben hemen piyasaya çıkarmam eserlerimi. Önce iyice bir pişmesi lazım… ‘6’ya yatırım’ adını verdiğim, okurlarımla birlikte 6 rakamının dünyasında gezintiye çıkacağımız tamamlanmak üzere olan bir kitabım var; yıllardır 6 rakamıyla ilgili gün yüzüne çıkmamış bilgileri, verileri topladım. Herkes altına yatırım yapıyor yan hani… Ben “6”ya yaptım yatırımımı (!)
Pişmekte olan diğer kitabım ise, henüz isim vermediğim, yine taşlama-yergi dalında bir kitap…
Bir ömür yol aldığınız edebiyat dünyasında hangi şair ve yazarlarla yarenlik ettiniz?
Rıfat Ilgaz’ı çok yakından tanırdım. Hatta bir gün yazdığı bir şiiri vererek; ‘al şuna bir bak, sanki bir şeyler eksik gibi’ diyerek bir şiirini vermiştir, hala bende durur.
Necip Fazıl Kısakürek’i çocukluğumdan tanırım; Türk Talebe Birliği’ne gelmişti. Necati Cumalı, Mehmet Çınarlı, Fazıl Bayraktar ki; bana sanat-edebiyat yolunu açan kişidir. Ümit Yaşar Oğuzcan’ı iyi tanırım; kendi çıkardığı Yelpaze dergisinde benim ilk şiirlerimi yayımlayan insandır. Yayımladığı dergilerinde benimle ilgili iltifatlar da bulunmuştur. Yeşim-Tarık As çiftini de burada saygıyla yâd ediyorum.
Şevket Rado; Hayat Mecmuasında benimle ilgili ‘şimdiden haber veriyorum, usta bir şair geliyor’ şeklinde övgü dolu yazılar yazmıştır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’yla tanışırdık. Hatta cenaze merasiminde bulunmuştum; orada herkes kısa konuşmalar yaptı. Bende orada biraz “mızırdandım” Ey Karacaahmet! / Biraz merhamet/ Geleni yutuyorsun tok karnına/ Sen, zincirin son halkası Zincirlikuyu/ Var mı senin ayarında bir derin dondurucu… Daha birçok şairle dostluklarımız oldu.
İlk şiiriniz hangisiydi?
(Sorumuz üzerine hemen telefona sarılıyor üstat… Telefondaki kişiyle yaptığı kısa bir giriş konuşmasından sonra telefonu bize uzatıyor. Telefondaki ses ben Mustafa Altay diyor; Tahsin Şentürk’ün çocukluk arkadaşı… Tahsin Şentürk’ün ilk şiirlerinden biri olan Ayrılık’ı okuyor telefonda kulağımıza. Ve belirtiyor; ‘bu şiirden başka ezbere bildiğim şiir yoktur.’ Mustafa bey sakin ve etkileyici bir tonda, hakkını vererek okuyor şiiri.)
Hocam kimdir Mustafa Altay?
Mustafa Altay benim çocukluk arkadaşım. Liseden sonra birbirimizi kaybettik, 40 yıl sonra internetteki bir sosyal paylaşım sitesi sayesinde birbirimizden haberdar olduk ve aradan geçen 40 yılın dostluğumuzdan hiçbir şey eksiltmediğini gördük. Kendisi bir dönemin önemli Pandomim sanatçısıdır. Sinema ve Tiyatro eserlerinde rol almıştır. Şimdi Marmaris’te (Muğla) emekliliğin tadını çıkarıyor.
Bir koltukta kaç karpuz…
İsterseniz biraz da yayıncılık yönünüzden söz edelim.
1970 yılında Karabük dergisini, Pota adındaki kültür-sanat dergisini çıkardım. Aylık Çatalzeytin Mektubu gazetesinin çıkmasına öncülük ederek, 25 yıl kadar genel yayın yönetmenliğini üstlendim Birçok gazetede edebiyat-sanat sayfaları hazırladım. O yıllarda dergilerde yazmaya başladım.
Fotoğraf konusunda da eserlere imza attığınızı biliyoruz.
Fotoğrafa sanatına ilgi duymam eniştem, emekli öğretmen Mehmet Özçelik sayesinde olmuştur. Fotoğraf alanında da birincilikler, ödüller aldım, fotoğraflarım ulusal gazetelerde basıldı.
Değerli üstadım, o kadar farklı alanlarda başarılarınız var ki, takdir etmemek elde değil. Biraz da spor alanındaki faaliyetlerinizi anlatır mısınız?
Safranbolu Doğan Spor’da lisanslı futbol oynadım. Demir Çelik Lisesi Atletizm takımındaydım. Birçok bölge şampiyonluğumuz var. 4×400 Bayrak Yarışında lise olarak Türkiye rekorunu kırdık. Atletizm milli takımına davet edildim.
Ben sporu şu aralar sağlıklı yaşam ve hobi olarak yapıyorum ama spor alanında ailemizin medar-ı iftiharı yeğenim var, onun gururu yetiyor bana. Yeğenim İlker Şentürk, 70 kez basketbol ve hentbolda milli oldu, şampiyonluklar yaşadı. Milli takım antrenörlüğü de yapan Yeğenim halen BJK’ de hentbol antrenörlüğü yapıyor, sporcu kişiliğim yeğenimin bünyesinde yaşıyor.
Şiir, fotoğraf, spor… Derken sizin bir de oyuncu kişiliğinizle tanıştı sevenleriniz. Bu merak nereden geliyordu, hangi film ve dizilerde rol aldınız?
İlkokuldan beri müsamerelerde, okul tiyatrolarında rol alırdım. Severdim sahneyi. Taklitler yapardım mesela…
Kurşun Yarası, Hatırla Sevgili, Erkekler Ağlamaz gibi bazı TV dizilerinde rol aldım, Sonbahar Rüzgârı adındaki sinema filminde kısa bir rolüm oldu.
Aslında dizileri yapay buluyorum, bizim toplumuzu yansıtmadığını düşünüyorum. Hatta şöyle bir taşlamam vardır dizilerle ilgili; “Dizi dizi dizlerden, dizim üstüne doğrulup, diz dövdürecek olayları görmeyen insanlara sesleniyorum…”
“Kahroluyorum”
Dünyaya bakış açınızın iyimser olduğunu görüyoruz. Bu iyimserliğinize ne gölge düşürür?
Tekrar ediyorum; çevreye duyarsızlık. Dünyanın kirlendiğini görüyor, kahroluyorum. Tabiat sevgisi olmayanın insana sevgi-saygı duyamayacağını düşünüyorum.
Hocam, bu kadar tabiat sevgisiyle dolu bir insanın beton yığınları içinde yaşamını sürdürmesi bir tezat değil midir?
Tezat tabii… Ama ailevi ve ekonomik şartlar bunu gerektiriyor.
En başta ülkemizin içinde bulunduğu durumu değerlendirirken kavram kargaşasından söz etmiştik. Günümüzde özellikle Din, Atatürk ve Laiklik kavramlarının yerli yerince özümsenememesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Din kelimesinin “D”sini kaydırarak yerine “H” koyup hinlikler yapanlar var bugün. Din istismarı yapanlar var. Bizim dinimiz İslam; zarifliklerle, inceliklerle doludur, insan haklarıyla, hayvan haklarıyla ilgili tavsiyeleri vardır. Peygamberimiz tevazuu gereği evinin başka evlerden yüksek olmasını istememiştir.
Canımız Türkiye’miz ne borçluysa Atatürk’e borçludur. O olmasaydı bugün bunları konuşamazdık.
Laiklik tutkaldır; milleti birbirine sımsıkı bağlayan tutkal… Laiklik ülkemizde Din dâhil, her türlü hürriyetin teminatıdır. Karşılıklı sevgi saygıdır, hoşgörüdür.
Son olarak; hayatınızı yazmayı düşünüyor musunuz?
Bu konuda çalışma yapmak isteyen dostlarım var. “Gurur Kaynağımız Kastamonulular” kitabının hazırlayıcısı araştırmacı-yazar Nail Tan ısrarla böyle bir yapıtın olması gerektiğini söylüyor.
Kastamonulu ozan-türkü derlemecisi merhum İhsan Ozanoğlu’nun oğlu, edebiyatçı-öğretmen Ozan Ozanoğlu tüm şiirlerimi bir kitapta topluyor bunu ilk defa size söylüyorum.
Saygıdeğer hocam, bize zaman ayırdığınız ve Şentürk ummanında ruhumuzu arındırmamıza izin verdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
Rica ederim, ben teşekkür ediyorum, sizin vasıtanızla bu röportajı okuyanlara sınırsız saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Nereye baksak Şentürk
Şair-yazar Tahsin Şentürk adı 50’ye yakın kitap, ansiklopedi ve antolojide yer aldı. Bunlardan bazıları:
İngilizce basılan ve çok az sayıda Türk edebiyatçının yer aldığı Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklpoedisi (Encylopedia of Turkish authours) Yapı-Kredi yayınlarının bir antolojisi, Prof. Feyza Hepçilingirler’in Türkçe Günlükleri, Abdullah Satoğlu’nun bir kitabı, Fazıl Paşa’nın Paşa Pınarı eseri, Hamit Kalyoncu’nun Kömürde Açan Çiçek Kitabı, Ekonomist-yazar Şükrü Kızılot’un Deve mi, Kuş mu kitabı, Çanakkale Geçilmez, Varlık Yıllığı, ünlü sinema sanatçısı ve biyolog Ediz Hun’un yazıları ile çok sayıda ansiklopedi ve antoloji kitabı.
Şentürk’ün taşlama-yergi ve şiirlerine yer veren, adına atıfta bulunan TV kanalları:
TRT, ATV, Kanal 8, Samanyolu TV, NTV, CNNN Türk, Olay TV, Batı TV, Kanal 78, BRT TV, Kastamonu TV ve birçok TV kanalı, Radyo istasyonu.
Ulusal gazeteler:
Hürriyet, Milliyet, Sabah, Akşam, Radikal, Yeniyüzyıl, Gözcü, Sözcü, Posta, Cumhuriyet ile çok sayıda ulusal ve yerel basın yayın organı.
Dergiler:
Hisar, Varlık, Nokta, Yelken, Yelpaze, Sanat, Çağrı, Ilgaz, Güney, Sesimiz, Oluşum, Gırgır, Yusufçuk, Güm Güm, Biçem, Çele, Çaba, Sıfır, Milliyet Çocuk ve diğerleri.
Yazı ve şiirlerini alıntılayan yazarlar:
Yalçın Peşken, Şatir Süter, Ali Sami Alkış, Fazıl Bayraktar, Ergun Usta, Tayfun Talipoğlu, Hüseyin Karadeniz, Nail Tan, Yıldo, Akgün Tekin, Barış Bardakçı, Süha Arın, Sunay Akın, Şükrü Kızılot, Hakkı Yalçın, İbrahim Yıldız, Güngör Gençay, Turgut Baygın, Atilla Karaaslan, Saygı Öztürk, Ahmet Gölbek, Ertuğrul Akçaylı, Talat hamlan, Emin Özdemir, Uğur Bilge, Ozan Ozanoğlu ve sayfalar dolusu diğer isimler.
Tahsin Şentürk kimdir?
Gazeteci ,şair ,yazar.1948 ,(Somay)Sırakonak köyü Çatalzeytin Kastamonu doğumlu.İlkokulu köyünde , ortaokul ve liseyi Karabük’te bitirdi. Matbaacılık ve gazeteciliği meslek olarak seçti. İki yıl Karabük dergisini çıkardı (1971-72). 1982’de Pota adlı sanat dergisini yönetti. E.Türkay Öztürk’le birlikte Çatalzeytin Mektubu gazetesini çıkarmaya başladı ve yönetmenliğini üstlendi.
Şiirleri Varlık , Akbaba , Genç Kalemler , Türk Dili , Mad , Hisar , Ajans Türk, Yelken , Güney, Milli Kültür, Yazko Edebiyat , Şiir Defteri , Antoloji , Yusufcuk , Milliyet Çocuk , Dönemeç , Oluşum dergileri ile Cumhuriyet , Hürriyet, ve Milliyet gazetelerinde yayımlandı.
Mizahi özellikler taşıyan şiirlerinde çevre koruma ve toplumsal bozuklukları ele aldı. 1971’de Hürriyet’in “Güleriz Ağlanacak Halimize ” başlığı altında düzenlediği mizah yarışmasında birinci oldu . 2000’de Batı Karadeniz Bölgesinde Yılın Sanatçısı seçildi. Fotoğrafçılık alanında ödüller , atletizm de çeşitli dereceler aldı . Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet’te çeşitli köşelerde ve Gözcü gazetesinde haftada bir” Taş Gibi” adlı köşesinde yazdı.
Şöyle der Şentürk için şair-yazar Fazıl Bayraktar;
“Onun şiirleri parmak izi gibidir. Bir başkasına benzemez. Kendine özgüdür. O benim ‘alaminüt’ dediğim kısa şiirin ustasıdır. Minnacık şiirlerin içine dünyaları sığdırır. Anlamsızlığın labirentlerinde dolaşıp kafanıza alabora etmez. Diyeceğini iki üç dizede içinde yoğunlaştırıp pat diye söyler”
Zerrin hanımla evli olan Tahsin Şentürk, iki çocuk ve üç torun sahibidir.
Eserleri
Bunaltı Durağı (1967 ) , Kömürden Adam (1969 ) ,Çatalzeytin (1999) , Uygunsuz İşler Uygun Adım (2001) , Depremsyon (2001) , Nerede İnsan Çevre Perişan (2005), Çevrenin Çığlığı (2008).
Bu yazı içeriğinin tüm hakları www.istamonu.com ve GAZETE İSTAMONU’ya aittir. İzinsiz yayınlayanlar hakkında hukuki işlem başlatılacaktır.