1. Haberler
  2. RÖPORTAJ
  3. Sürmanşet’in konuğu: Av. Fatma Benli

Sürmanşet’in konuğu: Av. Fatma Benli

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hüseyin Karadeniz ile SÜRMANŞET’in konuğu: Av. Fatma Benli…

Hayatımızı doğrudan etkileyen siyasetin içindeki aktörlerin azlığından şikayet ederken, yardımcı rollerde olsa bile kendi alanında donanımlı hemşerilerimizin yer almasından oldukça memnun oluyoruz. Ayakları yere sağlam basan, her ne olursa olsun mücadelesinde kararlı kişilerin varlığı adeta gelecekte vaat edilen güzel günlerin yakınlığına işaret ediyor.

İşte hem kendi hayatının hem de bizlerinkinde başrole doğru adım adım ilerleyen Fatma Benli de geçmişten geleceğe umutla beklediğimiz bir haberin son baskısı…

Pusulasının gösterdiği o şaşmayan doğrultuda ilerlerken bir gün kendini mücadelenin kapısında bulan Fatma Benli yılmadan, yorulmadan yoluna devam etmiş. Bağımsız Hukuku temsil eden avukatlık cübbesini giydiğinde, gücünü ve özgürlüğünü kanıtlamak zorunda kalmış. Sayısız vicdan gözyaşlarıyla yıkanırken, duruşma salonları, üniversite bahçeleri zindan edilmiş. Türkiye’de, Avrupa’da özgürlük defaatle mahkûm edilmiş.

Tüm bu zorlukların arasında “Dünyanın En Etkili 500 Müslümanı”arasında yer alması ise ne kadar yok sayılırsanız sayılın, haklı olduğunuza inandığınızda başarıya ulaşacağınızın kanıtlı ispatı olarak çıkıyor karşımıza.

“Türkiye artık 1982 anayasası ile yönetilmek zorunda değil. Yarıdan fazlası değişen anayasa bize sadece yük getirir.” diyen AK Parti İstanbul 2. Bölge 8. sıra milletvekili adayı Av. Fatma Benli, Hüseyin Karadeniz ile Sürmanşet’e konuk oluyor bu sayımızda…

***

Fatma Hanım, öncelikle ofisimize gerçekleştirdiğiniz bu nazik ziyaretiniz için teşekkür ederiz. Şuan AK Parti milletvekili adayı olarak karşımızdasınız ancak Türkiye sizi 28 Şubat sürecinde tanıdı. Başörtüsü yasağı ile mücadelenin hem öncüsü hem de mağdurları arasındaydınız. O döneme gidersekkarşılaştığınız zorlukları ve hissettiklerinizi bizimle paylaşır mısınız?

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1997 yılında mezun oldum. O dönemde başörtülü birinin okulun bahçesine bile alınmayacağı söylenseydi, şaka yapıldığını düşünürdüm. Çünkü benim dönemimde yasak yoktu. Ancak bu yasak sebebiyle yüksek lisansımı; hazırlayıp, teslim etmeme rağmen, sunumunu gerçekleştiremediğim için tamamlayamadım. Ziyaretçi olarak hatta bazen konuşmacı olarak davet edildiğim üniversitelerde başörtülü olduğum için geri çevrildim. Avukattım duruşmalara giremedim, duruşmalardan atıldım.Başörtüsü mağduru olan binlerce müvekkilim vardı, pek çok dilekçe yazdım. Açtığım davaların hepsini kaybettik. AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) bile gittik, orada da kaybettik. Bu aklın alabileceği bir şey değildi ama biz 28 Şubatı yaşadık. YÖK Türkiye’de sadece başörtüsünü yasaklamakla kalmamıştı, yurt dışına giden öğrencilerin orada okumasını da engellemek için çaba gösteriyordu. Kıbrıs’ta başörtüsü yasağını başlattı. Okulların denkliğini kaldırmakla tehdit etti. Avusturya’ya giden öğrencilerin önünü kesmek için Türkiye’deki Avusturyalı öğrencilerden harç almaya başladı. Macaristan’da da bir takım girişimlerde bulundu.Ancak bu mağduriyetle karşılaşmak bizi durdurmadı, mücadelemize devam ettik.Çünkü biz haklı olduğumuzu biliyorduk.

Başörtüsü yasağı ile dönemin simge isimlerinden tıp öğrencisi Leyla Şahin’in de AİHM’deki savunmalarını hazırlayan ekipteydiniz. Aleyhinize sonuçlanan o davada AİHM’in tutumunu neye bağlıyorsunuz?

Değerlendirmelerimizi o dönemin şartlarına göre yaptığımızda AİHM’in bulunduğu ülkenin bakış açısıyla hareket ettiğini görmek mümkün. Fransa’da 2004 yılında devlet liselerinde ve ilköğretimlerinde başörtüsü yasaklanmıştı. Peçeli kadınların ceza aldığı hatta onların kocalarına hapis cezası verilmesine yönelik yasa çıkartan bir ülkeden bahsediyoruz. Leyla Şahin’in hakkının ihlal edildiğine dair kararın alınması aynı zamanda Fransa’nın yasağı uygulamasını engelleyecek nitelikte değer taşıyordu.AİHM’in, adil yargılanma, ifade özgürlüğü konularında oturmuş standartları varken; din özgürlüğü, özellikle Müslümanların din özgürlüğü konu olduğunda,İslam’a olan ön yargıları karşınıza çıkıyor. AİHM, Leyla Şahin konusunda bu ön yargılarının esiri olmuştur ve bizim eski anayasa mahkememizin 1991 tarihinde verdiği kararın aynısını tekrar ettiler. ‘Türkiye çoğunluğu Müslüman olan bir ülkedir, eğer başörtülü öğrencilere izin verilirse başı açık öğrenciler bundan olumsuz etkilenebilir. Bu nedenle bir hak ihlali vardır.Eğitim hakkı ihlal edilmiştir ama ben takdir yetkisine karışmam’ ifadelerine yer verildi. Leyla Şahin 5. sınıf tıp öğrencisiydi ve üniversitelerde başörtüsünün yasaklanmasını gerektiren hiçbir vaka olmamıştı. ‘Sınıf arkadaşın başörtülü sen bundan etkilenebilirsin’ söylemi kişinin kendisine ait bir iradesinin olmadığını ifade eder. Dolayısıyla yasak doğrudur deyip, bu ifadelerin kullanılması başı açık üniversite öğrencilerine de hakaret niteliği taşıyor.BuAİHM’in kendi bakış açısını, kuruluş standardını yerle bir eden karardır. Bence AİHM bundan dolayı çok ciddi rahatsızlık duydu. Daha sonra Merve Kavakçı’nın yaptığı başvuru daha soft olmasına rağmen, onun dosyasında ihlal buldu.

O zaman dilimine dönelim dilerseniz… Dönemin Başbakanı merhum Bülent Ecevit’in, TBMM’de Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz dediği Merve Kavakçı’nın yerinde siz olsaydınız, bu söylemlere maruz kaldığınızda ne hissederdiniz, tepkiniz ne olurdu?

Merve Kavakçı’yı şahsen tanıdığım için çok net ifade ediyorum, gerçekten kaliteli bir ailesi olan, ciddi anlamda kendini yetiştirmiş kaliteli bir insan. Ben onun kadar dirayetli olur muydum ya da onun gibi meclisten çıkarıldığımda ne hissederdim bilemiyorum. Ancak o gün kadın erkek birçok kişinin ağladığını biliyorum. Bu bir dönüm noktasıydı. Benim onun yerine kendimi koymak, haddimi aşmak olur. Merve Hanım ciddi derecede önderlik yapmıştır, olması gerekeni gerçekleştirmiştir. Maalesef Türkiye kendi seçtiği milletvekiline o noktada sahip çıkamamıştır. Şimdi 2015 seçimlerinde AKParti iadeyi itibar üzerine Merve Hanım yerine kardeşi Ravza Kavakçı’yı ki ciddi anlama mecliste katkıları olabilecek çok değerli bir akademisyendiriyi bir derecelendirmeden milletvekili adayı olarak belirledi. Bu olay bizim biraz normalleştiğimizi, artık hayata, insanların haklarına dair bakış açımızın olması gereken noktaya geldiğini gösteriyor.

Peki, bu mücadelenin size kazandırdığı neydi?

Tüm girişimlerimiz aleyhimize sonuçlanınca bir gazeteci ‘Artık uzaya gidecekler’ demişti. Uzaya gitmedik ama Birleşmiş Milletler’egittik.Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Komitesi’nde olumlu karar aldık. Beni kendi ülkemde duruşmalara, üniversitelere alamadılar belki ama AİHM’de duruşmaya girme şansım oldu,Harvard Hukuk Fakültesi’nde konuşma yapabildim.Dünyanın en etkili 500 Müslümanı arasında yer aldığımda yüzlerce dava kaybetmiş bir avukattım. İster istemez bizim uluslararası çalışmalar yapmamızı sağladı bu olay.Yasaklamaların, engellemelerin ne olursa olsun, ne kadar uzun sürerse sürsün haklı olduğunuz müddetçe eninde ve sonunda mücadelenizin başarıya ulaşacağını gördük hep birlikte.

Artık mecliste başörtülü vekiller var, üniversitelerde engel yok. Bu dosya açılmamak üzere kapanmıştır diyebiliyor musunuz?

Herşey bitti, refaha eriştik bundan sonra hiçbir sıkıntımız olmayacak der ve rehavete kapılırsak yada bir şeyler yapılmasını başkalarından beklersek, kendimiz çaba göstermezsek tekrar geri adıma düşeriz. Eğer hatalarımızdan ders almazsak, hep beraber iktidara sahip çıkmazsak üç gün sonra başkası gelip bir başka hak hilali yapabilir.

AK Parti’nin içinde yer almanızın sebebi nedir?

Bunun için AK Parti’nin yaptığı icraatlara bakmak gerekiyor. Ben pratik bir insanım. İnsan hakları konusunda çok somut çalışmalar yapılması gerektiğine, bunun için de mücadele edilmesi gerektiğine inanıyorum. AK Parti, sadece vaatlerde bulunmuyor, o vaatleri yerine getiriyor. 2004 yılından beri yasa çalışmaları içerisindeyim. Temel hak ve hürriyetler konusunda, kadın hakları konusunda söylemlerin hayata geçirildiğini biliyorum. Başka hangi partide yer alabilirim diye düşündüğümde bu sorunun cevabının olmadığını gördüm. Maalesef muhalefet partilerimiz bu gün sadece eleştiri üzerine hayatlarını kurmuş durumdalar, salt slogandan ibaret kalıyorlar. İktidar olduğunda verecekleri bir vaat bile bulunmuyor. Bu noktada bir saniye bile tereddüt etmedim AK Parti’de olmaya.

Partinin bu dönem avukatlara fazla yer vermesini neye bağlıyorsunuz?

Hukukçular meslekleri itibariyle daha fazla hayata dokunabilirler.Mesai saatleri çok belirgin olmadığı için sivil toplumla ve siyasette daha fazla haşir neşirler. Bu sonucun, milletvekili aday adaylarının çok fazla hukukçu olmasının yansıması olduğunu düşünüyorum.

Akil İnsanlar Karadeniz Bölge Sekreteri olarak da yine bir mücadelenin içindesiniz. Nedir Çözüm sürecinde gelinen son nokta?

Biz Karadeniz Bölgesi’nde18 ili ziyaret ettik. Tüm Türkiye akiller tarafından ziyaret edildi. Verilen raporlardaki pek çok hüküm yerine geldi. Her iki taraftan da çatışmadan nemalanan, süreci bitirmek isteyen çok fazla insan bulunuyor. Provokasyonlara çok açık bir süreç. Bu süreçte her birimizin canını yakan yol kazaları oluyor ama bütün Türkiye çözüm sürecine sahip çıkmaya devam ettiği müddetçe başarıya ulaşacağımıza inanıyorum.

‘Acaba hangi tavizler verildi’ diye akıllarda hep bir soru işareti var…

Bu soru işaretinin olması çok normal, ilk başta gittiğimiz yerlerde de oldukça fazla karşılaştık bu ön yargıyla. Ancak aradan 2 yıl geçti, hepimiz bu süreci beraber yaşadık. Oldukça şeffaf bir süreçti. Eğer bir şey verilmiş olsaydı, bir pazarlık olsaydı, birileri bu uğurda feda edilmiş olsaydı, Türkiye olarak hep beraber tanıklık ederdik. Herhangi bir pazarlık olmadığı çok açık. Türkiye’nin bölünmesi gibi bir duruma hiç kimsenin rıza göstermeyeceğini, Türkiye gayet net olarak ifade etmiş durumda. Ayrıca Başkanlık Sistemiyle de Çözüm Süreci’nin hiçbir ilgisi yok, bu kararı halkımız AK Parti’ye verdiği destekle gösterecek.

Türkiye’nin gündem belirleyen konularının içinde hareket etmeniz Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile diyaloğunuzun merak edilmesini sağlıyor, kendisiyle ne zaman tanıştınız?

Sayın cumhurbaşkanımızla başbakan olduğu dönem dahil çok fazla görüşmüşlüğümüz yoktur. Uzun zamandır sivil toplum kuruluşlarının içinde yer aldığım için, toplantılarda birkaç dakikalık diyaloğumuz bulunmaktadır. Ancak 2010 yılında, başörtüsü yasağının kalkmasına rağmen bazı üniversitelerde sorunların devam etmesi üzerine bir görüşmemiz olmuştur.

Ben insan hakları konusunda çalışan bir hukukçu olarak daha çok milletvekillerine yasa değişikliği teklifini iletiyordum. Kadın hakları konusu zor bir alan, sonuçta ben tek değilim, mücadele eden birçok insan var. Benim tek farkım, özellikle başörtüsü yasağı konusunda; çok uzun sürmesine, çok dava kaybetmeme ve çok başarısız olmama rağmen devam etmek oldu. Tanınırlık sonucu, Allah razı olsun Sayın Cumhurbaşkanımız yapılan çalışmalara teveccüh göstermiştir.Bu durum yapılan çalışmalara verilen değeri göstermekte ilgili olmakla birlikte çok önemli. Çünkü bu değerivermek zorunda değiller.

Hukuk mücadeleniz, siyasi mücadeleniz bir yana siz aynı zamanda Kastamonulusunuz. Memleketinizle bağınız ne durumda, hangi sıklıkta gidersiniz?

Araç’ın İğdir köyündeniz. Babamın bir kardeşi hariç hepsi 50 yıl önce İstanbul’a göç etmiş. Ancak bağımızı hiç kaybetmedik, orada evimiz var. Annem babam özellikle yaz aylarında memlekette kalır, gerçi biz bıraksak hiç gelmeyecekler İstanbul’a. Bende özellikle dalından meyve yiyebilme özelliğini yaşayabilmek için her kiraz mevsiminde muhakkak giderim. Ne kadar yoğun temponuz olursa olsun özellikle üniversiteden mezun olduktan, farklı ülkeleri ve illerigördükten sonra kendinizi en iyi hissettiğiniz yerin memleketiniz olduğunu fark ediyorsunuz. Senede birkaç gün bile gitmediğinizde kendinizi eksik hissediyorsunuz.

İstamonu, bir Kastamonu gazetesi… Yenitanıdığınız bu mecra hakkındaki izlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?

Özellikle ismi sebebiyle bir aşinalık hissettim. İstamonu ismini kim düşünmüşse çok isabetli bir seçim yapmış. Kastamonu’yla hala bağını koparmamış insanların var olduğunu bilmek onur verdi bana.

Son olarak gazetemiz aracılığıyla seçmenlerinize bir mesajınız var mı?

Ülkenin geleceğinin hepimize ait olduğu bilinciyle hareket etmeliyiz. Dolayısıyla daha iyiye sahip olmak için hep beraber mücadele etmemiz gerekir. Halk olarak da bunun en kolay yolu aslında siyasi partilere destek olmaktır. Bir başkası zaten oy veriyordur, çalışıyordur demek çok fazla fayda sağlamıyor. Daha iyisini istiyorsak hep beraber mücadele etmek zorundayız.Ben 7 Haziran seçimlerinde herkesin desteğini bekliyorum. Türkiye artık 1982 anayasası ile yönetilmek zorunda değil. Yarıdan fazlası değişen anayasa bize sadece yük getirir. Anayasayı değiştirmek istiyorsak, daha iyi bir hayat istiyorsak o zaman daha fazla oranla AK Parti’nin iktidarda olması gerekiyor.
Röportaj: Hüseyin Karadeniz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!