Hüseyin Karadeniz
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. OLMAK YA DA OLMAMAK

OLMAK YA DA OLMAMAK

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Sivil Toplum Örgütleri (STÖ), demokrasilerin güvencesidir. Bir devlet ne kadar demokratik olursa olsun eğer onu denetleyen ve dengeleyen güçler olmazsa demokrasiden uzaklaşma olasılığı her zaman vardır. Böylesi durumlarda temsil ettiği kesimi korumak, onu geliştirmek ve güçlendirmek STÖ’lerin temel görevi ve hedefidir. Bunu yapamayan STÖ’ler temsil ettikleri kesimlere yarar sağlayamayacakları gibi neredeyse zarar verirler. Çünkü, işlevsiz kalması durumunda o STÖ’ye umut bağlayan, kendisini oraya ait hisseden kesimlerde düş kırıklığı, umutsuzluk ve bezginlik yaratırlar. O kesimi oluşturan bireylerin özgüveni ortadan kalkar ve üst güçler karşısında etkisizleşir, zavallılaşır.

Sağlıklı bir STÖ’nün tartışılmaz sorumlulukları vardır. Hepsinden önce, temsil etmeye yöneldiği kesimden hiçbir kişiyi dışarıda bırakmamalıdır. Çok aklı her zaman dinç tutmalı ve çok akıl ile hareket etmeyi zorunluluk olarak görmelidir. Hedef kitlesinin beklentilerini çok iyi okuyabilmeli ve bu beklentileri karşılayacak çözümler üretmeli ya da ilgililere önermeli; ilgililer üzerinde bir baskı unsuru olabilmelidir. Bunu yapabilmesi için hedef kitleye güven vermeli, umut sunmalı ve hedef kitlenin enerjisini her an yanında hissetmeli, ilgililere hissettirmelidir. İlgililer ve yetkililer bu gücün anlamını ve etkisini görebilmelidirler. Hedef kitlesine örgütlü olma bilincini yerleştirebilmeli ve tabi ki bunu yapmak için yaptığı işleri ve çalışmaları referans olarak gösterebilmelidir. Yoksa, “bana faydası olmayana ne diye emek ve destek vereyim!” sonucuyla karşılaşır.

Ne yazık ki bizde bu işler böyle yürümüyor. STÖ’ler ya bir sıçrama tahtası ya da kartvizit malzemesi olarak görülüyor. Bu yüzden de gelen gideni aratır bir durum ortaya çıkıyor. Hedef kitleye kendisini kanıtlayamamış ve benimsetememiş STÖ’ler, üyeden gelecek destekten yoksun kalınca da paralı pullu insanların eline kalıyor ve bu örgütler, o paralı pullu insanların kendilerini tatmin aracına dönüşüyor.

Kimi pazarlıklarla oluşturulan yönetimler, günün birinde sağılıp gidiyor ve koskoca örgütler bir, bilemediniz iki kişinin çiftliği olup çıkıyor. Bizde, hesap verme alışkanlığı olmadığı kadar hesap sorma alışkanlığı da yok. Dahası, hesap sormak ayıplanır durumda.

STÖ’lerin gerçek muhatapları devleti yöneten bürokrasi ve siyaset arenasıdır. Çünkü temsil ettikleri ya da etmeye kalkıştıkları kesimlerin sorunlarının ve beklentilerinin en üst çözüm yerleri bürokrasi ve siyasettir. STÖ, bürokrasi ve siyaset ile kol kola olamaz, doğası gereği olmamalıdır. Bürokrasi ve siyaset üstü olmalıdırlar. Oysa görüyoruz ki bu tam tersine işliyor. Siyaset ve bürokrasi STÖ’lere emreder bir tavır takınabiliyorlar. STÖ yönetimleri ise korkuyor, pısıyor ve yan yana fotoğraf çektirme yarışına girerek günah çıkarmaya çalışıyor. Kimileri de siyaset ve bürokrasiyi STÖ’nün adından yararlanarak bireysel çıkarlarına alet etmekten geri durmuyor.

Sözü eveleyip gevelemeden KAS-DER’e getireceğim. 33 yılını devirmiş, 34’üne adım atmakta olan bir STÖ. İstanbul gibi dev bir kentte, bir milyon gibi dev bir üye potansiyeline sahip. 34 yılda bu hedef kitlenin ne kadarı KAS-DER’e katılmış? Bu, bir milyonluk hedef kitle ilgili kısa, orta ve uzun vadeli neler planlanmış ve ne kadarı başarılmış; başarılamamışsa nedenleri nedir?

Bürokrasi ve siyaset karşısında ne gibi ve ne kadar enerji harcanmış ve bu çabaların sonuçları ne olmuştur? Üye aidatlarının toplanma oranı nedir ve mali güç hangi düzeydedir, neler yapılabilir? İstanbul’daki Kastamonuluların ayrıntılı bir envanteri yapılmış mıdır, yapılmışsa nasıl bir tablo ile karşı karşıya bulunmaktayız? İstanbul’daki Kastamonuluların KAS-DER’e sahip çıkma davranışları nedir ve sorun varsa kimden, neden kaynaklanmaktadır?

Türkiye’nin en etkili kurumlarından olan TÜSİAD, 47 yaşındadır ve üye sayısı daha bin bile değildir. 1990 yılında kurulan (28 yaşındaki) MÜSİAD’ın üye sayısı 12 binin üzerindedir. Bu iki örnek şunu göstermesi açısından ilginçtir; hedef kitleye ulaşılmıştır, üye niteliklidir/nitelikli duruma gelmiştir ve önemli birer güçtürler. Bu sonucu sadece “paraları var” demekle geçiştiremeyiz. 34 yılda hedef kitleye sağlıklı ulaşılarak ayda yalnızca birer liralarını alabilseydik hesaplayın bakalım bugünkü varlığımız ne olurdu.

İstanbul’daki Kastamonulular içerisinde sayısız cevherlerin olduğundan kimsenin kuşkusu olmasa gerek ama bunlar nerede? Bunları vitrine taşımak kimin işi? İstanbul’daki Kastamonuluları güçlü bir ortak hedef ve heyecanda buluşturmak kimin işi? Siyaset ve bürokrasi bürolarını Kastamonu ve Kastamonulular için aşındırmak kimin sorumluluğu? Böylesi bir potansiyeli etkisiz hale getirmek ve yokmuş gibi göstermek kimin ya da kimlerin günahı? Ekşioğlu adresinde tıkanıp kalmak ve oradan bir milyonu temsil etmeye kalkmak hangi sosyolojik gerçekle bağdaşır?

Nezaket gereği soruları artırmıyorum. Dedik ya hesap vermek gereksiz, hesap sormak ayıp(!)

34’e girerken herkesin şapkasını önüne koyup yeniden ve yeniden düşünmesi gerekmiyor mu? “Böyle gelmiş, böyle gider”le yaşayan insanların bir adım ileri gitmesi söz konusu olabilir mi? Gencin çok, gençlik kolların var mı yok mu belirsiz. İstanbul’daki Kastamonuluların yarısı kadın, derneğinin kadın varlığı cılız mı cılız. Başarılıların, beceriklilerin, yeteneklilerin çok ama ortada yok. Un, şeker ve helva hikayesi.Derdi olan çok ” derdime derman oldu KAS-DER” diyen yok. Şu iletişim çağında ulaşamayacağın bilgi yok, elinde doğru düzgün bilgi de yok.

34’e giriyoruz. Tam da Kastamonu’nu plakasına 3 kala!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!