11 Ekim Cuma akşamı Kastamonu Platformu’nun İstanbul’da düzenlediği “Yol Haritası” toplantısına katıldım. Platforma başkanlık yapan İş adamımız Haydar Çolakoğlu başta olmak üzere platform üyelerine bu kıymetli davetleri için teşekkür ediyorum.
Masa şampiyonlar ligi resmen. İş, siyaset, bürokrasi, sivil toplum, sanat ve medya camiamızdan alanında uzman, yetenekli her meslekten başarmış onlarca insan. Geleceğe dair umut var olduğum bir toplantı. Kulağımda ise Merhum Akif’in sözleri “Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar. Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.”
Bu toplantının ana amacının kaybolanı bulmak. Arayış ve diriliş için akıl teri dökmeye hazır bir avuç insanın haklı haykırışı “telafi etmek” için bir masa etrafında bir araya gelmiş “olmuş” “yeni insan” topluluğunu gördüm desem abartmış olmam.
İçerisinde yaşamakta olduğumuz yüzyılda, dünyayı küçülten iki ana faktör var; iletişim ve ulaşım. Bu ikisi bir araya gelince koskoca dünya avuçlarımızın içine sığacak kadar küçülüyor.
Dünyaya açılabilecek değerleri olanlar ve bu değerlerin farkında olanlar için dünyanın böylesine küçülmesi bulunmaz bir fırsattır. Eğer, kendinizin farkındaysanız ve birikmiş değerleriniz varsa bu fırsatı değerlendirerek hızla büyürsünüz. Yapamazsanız; küçülen dünyada daha da küçülür, kum taneciğine dönersiniz.
Biz de bu tür oluşumlar hep ön yargıyla karşılanır ve ilk akla gelen “alternatif” mi? “rağmen” bir oluşum mu? Diye düşünülmeden edilemez. Dileğim ön yargılara da cevap bulamaya çalışacağımız bir yazı olsun.
Sivil Toplum Kuruluşları (STK) demokrasilerin güvencesidir. Bir devlet ne kadar demokratik olursa olsun eğer onu denetleyen ve dengeleyen güçler olmazsa demokrasiden uzaklaşma olasılığı her zaman vardır. Böylesi durumlarda temsil ettiği kesimi korumak, onu geliştirmek ve güçlendirmek STK’ların temel görevi ve hedefidir.
Bu görevi yapamayan STK’lar ise temsil ettikleri kesimlere yarar sağlayamayacakları gibi neredeyse zarar verirler. Çünkü, işlevsiz kalması durumunda o kurumlara umut bağlayan, kendisini oraya ait hisseden kesimlerde düş kırıklığı, umutsuzluk ve bezginlik yaratırlar. O kesimi oluşturan bireylerin özgüveni ortadan kalkar ve üst güçler karşısında etkisizleşir, zavallılaşır.
Buraya kadar meramımı net anlattım sanırım.
Birçok kurumumuzun işlevselliğini kaybettiği, zavallı konumuna düştüğü günümüzde, bırakında bir yerlerde “alternatif” deneyimlerimiz olsun.
Uzun yıllardır bas bas bağırıyorum, “Mızrak çuvala sığmıyor” diye. Halen eski kalıplarda ve yönetim biçimlerinde, birbirinin aynısı, körler sağırlar birbirini ağırlar mantığından öte geçemeyen fikir toplantıları ve programlardan sıkıldık artık.
Yarım asırdır. Ne niyetle İstanbul’dayız? Yarınların neresindeyiz? Nüfus oranına göre temsil etmek ve edilmek hakkına sahip miyiz? Bu konuda araştıran, sorgulayan ve farklı düşünceler ortaya koyacak alın teri yerine, akıl teri dökecek bir avuç insan bulmuşsak yanlarında olmak boynumuzun borcu olmalı.
Platformun niyetinin “birliktelik” ve her alanda “kalkınma” olduğundan zerre şüphem yok. Ancak akıbetiyle ilgili korkularım var. Biz iyi ve güzel olan her ne varsa yok ettik son 50 yılda. Bu yüzden de hep kaybettik kabul edelim. Yazının devamını kaleme alacağım tabi ki, ancak ikinci yazıya geçmeden Platforma acizane önerim. Ne kadar “akil insanımız” varsa, onların evlatlarını katın bu zincire “akil” olanları değil.
Yazının devamında görüşmek üzere, Selam ve dua ile