2014 yılında İstamonu Buluşmaları’nın ikincisi olan ‘Göç ve Kalıcı İzleri’ konulu panelini gerçekleştirerek Türkiye’de toplumsal değişim ve dönüşümün en önemli neden ve sonuçları arasında yer alan göçün, sosyal ve ekonomik açıdan yarattığı olumsuz etkileri masaya yatırmıştık. O günden bugüne gazete olarak bu sorun üzerine farkındalık ortaya koyduğumuza inanıyorum.
2014 yılında bu konuyla dertlenirken, bizden 19 yıl önce geleceği görebilen ve dertlenen birileri daha vardı. Başarılı iş adamımız Sayın Mehmet Reis’in öncülüğünü yaptığı komisyon, 1995 yılında dönemin başbakanı, ana muhalefet partisi genel başkanı, İstanbul valisi ve İstanbul büyükşehir belediye başkanının da aralarında olduğu üst düzeyde katılımla Türkiye’de ilk kez göç paneli gerçekleştirdi.
Panelin ilgili merciler ve kamuoyuyla paylaşılan sonuç bildirgesi çok ilginç. Şöyle ki: “Kırsal kesimin kentlere göç etmesinin önlenebilmesi için barınma, güvenlik, eğitim ve sağlık hizmetlerinin verilmesi yanında bireylerin sosyoekonomik statülerinin yükseltilmesi, tarım ve hayvancılık politikalarının tersine göç ve istihdam yaratacak yönde şekillendirilmesi gerekmektedir”
Yani konunun özü şu; kırsalda yaşayan tarım emekçilerinin kentlere göç etmesiyle birlikte tarımın sürdürülebilir yapısının bozulduğuna, şehirlerde işsizlik oranlarının arttığına dikkat çekiliyor.
Ne zaman?
24 yıl önce…
Burada önemli olan; o gün masada konuşulanlar hayata geçirilmiş olsaydı ve herkes Sayın Reis’in düşündüklerini düşünmüş olsaydı inanıyorum ki kırsaldaki daralma bu seviyelere ulaşmayacaktı.
Ülke olarak kırsalı şehirle irtibatlı hale getirmediğimiz sürece bu önemli sorunun altından kalkacağımızı sanmıyorum. Bana göre göçü önlemenin ilk şartı tarım ve hayvancılığın daha etkin ve verimli hale getirilmesi olacaktır. Köylerdeki insanlar istediği hizmeti göremeyince şehre göçe karar veriyor. Küçük bir araştırma yaptığımızda görüyoruz ki 1990 yılında nüfusun il ve ilçelerdeki yaşayan kentli oranı yüzde 59 iken bu oran 2019’da yüzde 92’lere çıktı. Yani her yüz kişiden 92’si kentli, 8’i köylü.
Kentleşme tüm dünyanın da sorunu
Tarım, yoğun iş gücü gerektiren bir sektör olup çalışacak insan gücüne ihtiyaç duyuyor. Bu bakımdan tarımsal sürdürülebilirlik için öncelikle kırsal nüfusa gerek var. Türkiye’de olduğu gibi dünyada da kırsal nüfus azalma eğiliminde. Günümüzde dünya nüfusu içerisinde kırsal nüfus oranı yüzde 45’e kadar düşmüştür. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre bu oran ABD’de yüzde 18, Fransa’da yüzde 20, Almanya’da yüzde 24, Danimarka’da yüzde 12, Hollanda’da yüzde 8, İtalya’da yüzde 32, Çin’de yüzde 42, Mısır’da yüzde 50’dir.
Türkiye’de Cumhuriyet ilan edildikten sonra ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmıştır. Bu dönemde yaklaşık 14 milyon olan toplam nüfusun yüzde 76’sı kırsal nüfustur. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2012 yılında toplam nüfus içerisinde kırsal nüfus oranı yaklaşık yüzde 23’e gerilemiştir. Bu dönemde çıkartılan Büyükşehir Belediye Yasası 2014 yılından itibaren yasalaşmış ve kırsal alan tanımlamasında yapılan değişiklik ile resmiyette bu oran yüzde 8 olmuştur. Ziraat Odaları Birliğinin yapmış olduğu bir çalışmaya göre Türkiye’nin dünyada kırsal nüfus kaybının en fazla olduğu ülkeler arasında yer alıyor olması oldukça düşündürücü.
Tarımsal istihdamın payı günümüzde yüzde 18,4
Cumhuriyet döneminin başında toplam istihdam içerisinde tarımsal istihdamın payı yüzde 80’ler düzeyinde iken günümüzde yüzde 18,4’tür. Yani yaklaşık çalışan her beş kişiden biri tarım sektöründedir. Ancak rakamlar azalma eğilimindedir. Çünkü Türk çiftçisinin kırsal alanda kalması ekonomik ve sosyal beklentilerinin karşılanması ile mümkündür. Acaba bu beklentiler nelerdir? Ne ölçüde karşılanmaktadır? gibi soruların iyi irdelenmesi gerekir.
Türkiye’de yaklaşık 3 milyon tarım işletmesi bulunuyor. Tarımsal faaliyet, bu işletmelerde kendi hesabına çalışanlar, işçiler ve tüm aile bireyleri için bir yaşam biçimi. Ancak Türkiye’nin ürettiği zenginlikten kırsal kesimin aynı düzeyde pay alamaması gibi büyük bir sorunu var. Türkiye’de 2018 yılı TÜİK verilerine göre kişi başına düşen milli gelir 9 bin 632 dolardır. Bu rakam 2018 yılında üretilen bütün mal ve hizmetlerin toplam parasal değerinin 82 milyona bölünmesi ile bulunmaktadır. Şüphesiz bu rakam, her vatandaşa eşit dağılmayan, kişi başına düşen ortalama bir değerdir. Türkiye’de kırsal alanda kişi başına düşen milli gelir ise ortalamanın yaklaşık üçte biri olup 3 bin doların altındadır.
Öğrencilik yıllarımda okulda okuduğumuz Ahmet Kutsi Tecer’e ait olan “Orda bir köy var, uzakta O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür” şiirini o günlerde neden söylediğimizi şimdi daha iyi anlıyorum. Kanayan, kanadığı için de bir türlü kabuk bağlayamayan bir sorun göç. Devlet millet top yekûn bir duyarlılıkla geri göç ve yeniden başlangıçla üstesinden gelebiliriz…
Rabbim ömür verirse gelecek hafta bu konuda çözüm önerileri üzerine içerikle karşınızda olacağım. Geçtiğimiz hafta Sayın Mehmet Reis’i ziyaret ettim. Ben sordum, o cevapladı. Bir kez daha anladım ki Mehmet Reis sadece Kastamonu için değil, Türkiye için de büyük bir şans ve değer.
Selam ve dua ile …