Yerel yönetim seçimleri için başlama zili çaldı. Seçim yorgunu olan Türkiye, yeni bir seçime daha gidiyor. Bu kez, ağırlık belediye başkanlıklarında. Dolayısıyla adayların kimlikleri ve birikimleri etkili ve belirleyici olacak, olmak zorunda.
Belediye yönetmek zor iştir. Belediye başkanı halkla her an iç içedir. Belediye sınırları içerisindeki her şey doğrudan ya da dolaylı olarak yöneticiyi ilgilendirir. Aynı zamanda devlet kurumlarıyla yoğun bir iş birliği içinde olmak zorundadır. Sorunların çözümü uzun zamana yayılamaz. Bu, halkın güveninin azalmasına ya da yok olmasına yol açar. Genel siyaseti doğru okumak gerekmektedir. Merkezi yönetimin işleyişini iyi bilmek ve bu çarkın içinden yerel yararlar çıkarabilmek gerekir.
Kısacası belediye yönetmek farklı becerileri, yetenekleri ve birikimleri bir arada bulundurmayı zorunlu kılar. Başarı, bu özelliklerin birleşiminden doğar.
Bir belediye başkanı, önce halkla ilişkiler konusunda yeterli olmalıdır. Halkı dinlemeyi, anlamayı, beklentilerini okumayı, empati kurmayı bilmelidir. Sabırlı olmalı, halktan gelen her isteği eşit derecede önemli saymalı ve yine halktan gelecek her tür eleştiriye açık olmalı, hoşgörülü, anlayışlı ve saygılı davranmalıdır. “Ben başkanım!” tavrı her zaman ve her yerde itici olmuştur.
Devleti iyi tanımalıdır. Devlet kurumlarının işleyişini iyi bilmelidir. Bu kurumlarla nasıl ilişki kurulacağını kavramış olmalıdır. Yeni seçilmiş ve bu konuda yeterli bilgisi ve birikimi olmayan belediye başkanlarının en az bir yılı, bu yapıyı öğrenmekle geçer ki bu da ciddi bir zaman kaybıdır.
Bir belediye başkanı işletmeci bilgi ve becerilerine sahip olmalıdır. Çünkü hizmetlerin tümü birer yatırımdır ve kaynak yönetmeyle ilgilidir. Kaynakları verimli kullanamayan, hedeflenen yararı sağlayamayan yatırımlar, yalnızca kaynak israfı olmakla kalmaz, halkın ihtiyaçlarının da ötelenmesi sonucunu doğurur.
Ve bir belediye başkanı, yönetim çevresinin tüm yönlerini tanıyor olmak zorundadır. Kentsel yapısını, yer altı ve yer üstü kaynaklarını, toplumun karakterini ve beklentilerini, önceliklerini tanımadan başkanlık koltuğuna oturursa uzunca bir süre bunlar için enerji harcamak zorunda kalacaktır. Nereden başlayacağını kestiremeyebilir, yolu uzatabilir, geri dönüşler yaşayabilir.
Hangi siyasi parti olursa olsun başkan adaylarını belirlerken yukarıdaki kriterleri göz önüne almalıdır. Daha hızlı gelişme ve kalkınmanın yollarından biri de etkili yönetici, etkili yönetimdir. Yukarıdaki özellikleri kendisinde biriktirmiş özellikle genç adayların yolunu açmalıdırlar. Türkiye’nin; Türkiye’nin hiçbir ilinin, ilçesinin, beldesinin; Türkiye’nin hiçbir ferdinin kaybedeceği zamanı yoktur.
Sadete gelelim.
Biz, 1453’te İstanbul fethedilirken adı meçhul Kastamonulular olarak orduda neferlerdik. O günden bugüne biz, İstanbul’un ayrı düşünülemez bir parçası olarak var olduk. Ancak ne yazık ki bu kentin kaderine etkimiz yalnızca hep yok sayılanlar, hep yönetilenler oldu. İstanbul’u oluşturan nüfusun ilk büyük parçalarından biri olmamıza rağmen bu kentin yönetimindeki söz ve yetkimiz hiç de nüfusumuzla doğru orantılı olmadı. Önce şunu kabullenmemiz gerekir: Bu sonucun oluşmasında ilk sorumlu bizim sivil toplum kuruluşlarımızdır. Var olan potansiyelini çok küçük şeyler uğruna görmezden geldi. Kendi içindeki değerlerin gün yüzüne, kamuoyu karşısına çıkmasına ya izin vermedi ya da yolunu açmadı, destek vermedi. Kendi çabası ile bu engeli aşıp tırmananlarımız oldu. Bu arkadaşlarımız iş dünyasında adından başarı ile söz ettirdikleri gibi parlamentoya girip anlamlı bir temsil görevi yerine getirdiler. İyi bir birikim de edindiler. Ancak, bugün bu arkadaşlarımız adına ve özellikle bu arkadaşlarımızın İstanbul yönetiminde etkili yerlere gelmeleri konusunda ne kadar içten ve ne kadar güçlü bir araya gelebiliyoruz? Sorgulamamız gerekiyor.
Hemen yakınımızda Murat Demir örneği var. Yukarıda saydığımız özellikleri taşıyan genç ve dinamik bir insan. Başarılı iş yaşamını, parlamento deneyimini, sivil toplum kuruluşlarına yakınlığını ve katkılarını yok sayıp ortada mı bırakmalı mıyız? İyice baktığımızda başka Murat Demirleri görebiliriz. Acaba gerçekten görmek için bakabiliyor muyuz?
Sonradan ağlaşmak bir işe yaramıyor. İstanbul’daki sayısal varlığımızı İstanbul’un yönetimine taşıyamayacak isek bu sayısal varlıkla söz hakkı kullanmaya kalkışmak gülünç duruma düşürüyor bizi. Gecikmesine geciktik ama bir an önce kendimize gelelim artık. Seyirci olmaktan bıktık. Oyuncu olalım artık. Pasif kalmaktan yorulduk, aktif olalım artık. Küçük şeylere takılıp kalmayalım, büyük oynayalım artık. İstanbul bizi çok yönetti, biraz da biz İstanbul’u yönetelim artık. Bu, İstanbul ile kenetlenmiş olan Kastamonuluların hakkıdır, bu hakkımız kullanalım artık.