1. Haberler
  2. MAGAZİN
  3. Suyundan bir içenin yedi yıl ayrılamadığı Kastamonu’dayım!

Suyundan bir içenin yedi yıl ayrılamadığı Kastamonu’dayım!

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Betül Memiş bu hafta ‘Markopaşa’nın, ‘Karartma Geceler’ ve ‘Hababam Sınıfı’nın yaratıcısı Rıfat Ilgaz’ın doğduğu şehir Kastamonu`yu yazdı…

Betül Memiş bu hafta ‘Markopaşa’nın, ‘Karartma Geceler’ ve ‘Hababam Sınıfı’nın yaratıcısı Rıfat Ilgaz’ın doğduğu şehir Kastamonu`yu yazdı…

Bir efsaneye göre adının içinde, Bizanslı bir komutanın kızı olan Moni’yi gizleyen, sokakları tarihe kucak açmış, evlerinin önünde Türk Kahveleri’nin yudumlandığı, üstat Rıfat Ilgaz’ın doğduğu topraklarda; Kastamonu’dayım!

Habertürk / Bazı kentler vardır, sadece hikâye anlatır, bazı kentler vardır, sadece dinleyendir. Ama şairlerin dillendirdiği üzere, her kentin bir kişiliği, hatta bir ruhu varmış. Kimi kentlerin, dinginliğe çağırdığı, kimi kentlerinse, kuşluk vakti uyandırarak an’ları yaşamayı salık verdiği gibi… İşte memleketim coğrafyasının, sabahları erken uyandıran ama ‘an’ları huzurla yaşamayı garanti eden, bir kenti de Kastamonu’dur. Hani “Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın… / Eteklerinde otlar / Sürülerle kuzular” diye ilkokul sıralarında nidalandığımız şarkıya sırt veren Kastamonu. Hani bir döneme tanıklık etmiş ‘Markopaşa’nın, ‘Karartma Geceler’ ve ‘Hababam Sınıfı’nın yaratıcısı Rıfat Ilgaz’ın doğduğu Kastamonu.

SABIRLI BİR DERVİŞİ GÖRÜR GİBİ…
“Üsküdar’a Kadar Kastamonu” diyen şair Akgün Akova’nın, “Sırtında bir saat kulesiyle gezinen sabırlı bir dervişi görür gibi olurum” dediği Kastamonu’ya ayak bastığınızda, Osmanlı’nın tarihi izlerini görmeniz ve hissetmeniz olası. Şair, neden Üsküdar ve Kastamonu arasında, hissiyat bağlamış derseniz de; Osmanlı döneminde,eyalet şehri olan Kastamonu topraklarının sınırı çok ilginçtir İstanbul Üsküdar’a kadar dayanıyormuş, yani Üsküdar, Kastamonu toprakları içinde yer alıyormuş.

Kentin bilinen tarihi, Hititler’e kadar uzanıyor. M.Ö. 4. yüzyılda, Persler, Büyük İskender ve daha sonrasında Pontus Krallığı görülüyor. M.Ö. 1. yüzyılda, Romalılar ve 395 yılında ise Bizans… Bölgede, Türkler, ilk defa Danişmentliler zamanında kayıtlara düşülmüş. 1213 yılında, bölgeyi Anadolu Selçuklular ele geçiriyor. Kent, 1460 yılında ise Osmanlı idaresine giriyor ve bundan sonra önemli bir kültür merkezi olarak dikkati çekmeye başlıyor. Birçok bilim adamı yetişiyor. Şehir, milli mücadelede, lojistik destek açısından en güvenilir bölge olması nedeniyle, büyük faydalar sağlıyor, özellikle Ankara’ya, İnebolu-Kastamonu yolundan yiyecek, giyecek, para, cephane ve silah taşınıyor.

İSTANBUL’DAN TAŞINAN SAAT KULESİ
16 Mayıs 1919’da, kent, kurtuluş tarihinin ilk kadın mitingine de sahne oluyor. Bu sebepten, Mimar Vedat Tek’in başyapıtlarından biri olan Valilik Binası’nın önünde, bir kahraman kadının, Şerife Bacı’nın anıtı bulunmakta. Bir diğer yapıt ise, 1885’te, İstanbul, Sarayburnu’ndan sökülüp kente getirilen ve aynı biçimde inşa edilen Saat Kulesi’dir. Efsanelerle dolu kente, bir tanesini daha ekleyen Saat Kulesi için derlermiş ki, padişahın haremindeki bir gözde cariye, kulenin sesinden korkarak çocuğunu düşürmüş; kule de Kastamonu’ya sürgün edilmiş.

EN İNCESİNDEN KASTAMONU…
Saat Kulesi’nin altında yer alan çay bahçesi, baharın yüzünü göstermeye başlamasıyla, günbatımının keyfini çıkaran Kastamonulular’la dolup taşıyor. Gelelim bu kentin misafirlerine sunduğu şahaneliklerinden bazılarına… Saat Kulesi’nin karşı tepesinde, tüm heybetiyle kenti taçlandıran, Ortaçağ son dönem Bizans mimarisinin özelliklerini taşıyan, 155 metre endamıyla Kastamonu Kalesi’ni, nazlı nazlı akan Kızılırmak’ın en büyük kolu olan Gökırkmak’ı, Evkaya diye anılan Hititler’den kalma kaya mezarını, Kırk Odalı, Sepetçioğlu, Sirkeli, Tahirefendi (Osmanlı), Eflanili yahut El Dokumacılığı Müzesi olan Ellezler Konakları’nı görmeden Kastamonu’yu keşfetmiş sayılmazsınız. Tabii bir de şadırvanından berrak suların aktığı, söylentiye göre suyundan bir içenin, yedi yıl Kastamonu’dan ayrılamadığı Nasurullah Camii var.

YAZ VE KIŞ BAŞKA HİKÂYE
Müzelere meraklılar içinse; Cumhuriyet Caddesi’nde konuşlanan Kastamonu Arkeoloji Müzesi adeta bir vaha gibi. Müzenin bulunduğu bina, 1914-1917 yılları arasında yaptırılmış. Batı Karadeniz Bölgesi’nin, milli sanat ve kültür kalıntılarının toplandığı bir müze burası. Bina, tarihi süreç içinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Türk Ocağı, Parti Binası ve İkinci İstiklal Mahkemesi binası olarak kullanılmış. Atatürk, 1925’te, Kastamonu şehrini ziyaretinde, tarihi “Şapka ve Kıyafet Devrimi” ile ilgili nutkunu, burada vermiş. 1879-1881 yılları arasında, Mirliva Sadık Paşa tarafından, özel konut olarak yaptırılan, 1978’de ise, Kültür Bakanlığı tarafından kamulaştırılmış ve restorasyonu yapılarak, 1997’de hizmete açılan Liva Paşa Konağı / Etnoğrafya Müzesi ise bir başka keşif alanı. Her sokağında başka bir hikâye ve zenginlik taşıyan Kastamonu’nun yazın yeşillikler içindeki, kışın ise bembeyaz karlarla kaplı Küre ve Ilgaz Dağları’nın görüntüleri bir başka. Türkiye’deki en geniş ormanlık alanının Kastamonu ve Sinop bölgesinde bulunduğunu öğrendiğimde, bu safi yeşilin mayasının neden bu kadar insanı büyülediğini anlıyorum. Kış aylarında kayak spor tutkunlarını ağırlayan kent, yeşilliklerinin yanında, mağara ve kanyon turizmi bakımından da keşfedilmeyi bekliyor. Kastamonu’ya gelmişken Abana, Araç, Azdavay, Cide, Çatalzeytin, Daday, İnebolu, Küre, Taşköprü ve Tosya ilçelerini görmeden dönmemelisiniz, zira burada bol oksijen ve enerji depolayacaksınız, sanırım ki mutluluğa bir parça daha yaklaşmanın diğer adı buraların rengine bulaşmaktan geçiyor.

NE ARARSANIZ BU ÇARŞIDA

Şehrin merkezinde, suyu azalmış da olsa, sessizce akan bir nehir var. Bu nehrin üzerindeki taş köprüden karşı kıyıya geçtiğinizde, kendinizi Kastamonu Çarşısı’nın içinde bulursunuz. Bu çarşıda, Kastamonu’nun en meşhur pastırması, çekme helvası ve pidesinin satıldığı dükkanlar yer almakta. Yöresel lezzetler arıyorsanız da Eflanili Konağı tam size göre! Ayrıca bir müzeyi andıran, Kastamonu el sanatları ürünlerinin sergilendiği ve satıldığı Kastamonu Evi’nden de dönüşte, sevdiklerinize sürpriz hediyeler alabilirsiniz! Hediyelik demişken, Kastamonu’da, düz beyaz patiska, bez ya da ıhlamur ağacı üzerine, elle oyma veya kabartma olarak yapılmış bitkisel, geometrik, motif işli, değişik boyutlardaki ahşap kalıpların, özel hazırlanmış tek renkli boyaya batırılarak, basılması suretiyle meydana getirilen sofra bezleri pek bir meşhur. Bu meşhur sofra bezi son yıllarda, değişik uyarlamalardan geçmiş ve etek, perde, örtü olarak da kullanılabiliyor.

LEZZETLERDEN LEZZET BEĞENİN
Kastamonu’da binlerce yıllık bir kültür birikimi ve il sınırlarındaki coğrafi çeşitlilik yemek kültürünün zenginliğinde de kendisini oldukça göstermekte. Yapılan bir araştırmada Kastamonu’da, yaklaşık 800 çeşit yemek tespit edilmiş. Bu tatlardan yaklaşık 500 tanesinin, Anadolu’nun diğer yörelerinde bilinmediği ortaya çıkmış. Kastamonu elması, üryani eriği, Tosya’nın üzümü ve pirinci, İnebolu’nun kestanesi, kirazı, Azdavay’ın armudu, Araç’ın ceviz ve kızılcığı, Taşköprü’nün eriği, sarımsağı, keten-keneviri en meşhurlarından. Kastamonu, ayrıca Türk Lokumu’na yeni bir aroma kazandırarak tüm dünyaya tanıtan Araç ilçesinden olan Hacı Bekir ürünleri, çekme helvası ile de kendi lezzetinin imzasını atmış bir kent. Kastamonu’ya gittiğinizde damağınızı şenlendireceğiniz lezzetlerden bazıları; Etli Ekmek, Banduma, Mıklama, Paça, Ekşili Pilav, Oğmaç Çorbası, Biryan Kuyu Kebabı, Çekme Helva ve Cırık Tatlısı… Ki bu lezzetlerden sadece birkaçı.

ALMADAN DÖNME!
Yöresel dokumalar, yalnızca tırnak ile ve pamuk ipliği kullanılarak değişik motiflerin yapıldığı çarşaf bağları, oyalar, baskı tekniği ile bezenen havlu ve masa örtüsü gibi malzemeler, ağaç oyma işleri, saz ve bağlama gibi müzik aletleri, söğüt ağacından yapılan gazetelik, şeker kutusu, ekmek sepeti gibi eşyalar, çeşitli ağaçlardan yapılan tespihler, şimşir çatal-kaşıklar, Tosya çakıları ve bakır işleri yöreden alınabilecek özgün hediyelik eşyalar… Alışveriş merkezleri Nasrullah Meydanı, Belediye Caddesi ve Banka Sokak’ta yoğun ama İplikçiler Çarşısı’nda yöresel dokuma ve hediyelik eşyalar da bulmak mümkün.

YAPMADAN-GÖRMEDEN DÖNME!
Dokuma Atölyesi ve El Sanatları Atölyesi`ni görmeden, etli yahut pastırmalı ekmeğinden ve çekme helvasından tatmadan, muhteşem Yaralıgöz Dağı’nın eteklerinde yapılan, kuyu-biryan kebabı’ndan yemeden (Farsça’da ‘nar gibi kızarmış’ anlamına gelen bu lezzetin sezonu Haziran-Ekim ayları arası imiş, İstanbul’da da Fatih semtinde bu kebabın orijinalini yiyebilirsiniz), yöresel dokuma ve el sanatları ürünlerinden almadan, meşhur köçeklerini izlemeden, 23 – 31 Ağustos – Şapka ve Kıyafet İnkılabı Etkinlikleri, Mayıs ayı ilk haftası “Şeyh Şaban-ı Veli ve Kastamonu Evliyalarını Anma Haftası” ve “İlçe Panayırları” etkinliklerine katılmadan ve tabii kiraz zamanı gelirseniz de Tosya’nın dolgun kirazlarının tadına bakmadan dönmeyin.

Meraklısına not:

“Kastın Neydi Moni” efsanesi:
“Kastamonu Tekfuru’nun kızı Moni, kaleyi kuşatan Türk askerlerinin komutanını, kalenin burçlarından görür görmez âşık olur. Aşkını, komutana haber göndererek bildirir. Komutan da Moni’nın aşkına karşılık verir. Bunun üzerine, Moni, kalenin anahtarlarını, komutana verir. Günlerce süren kuşatmaya rağmen kalenin alınamaması ve ancak, sonunda Türk askerlerinin kale kapısından rahatça içeri girmeleri üzerine, Tekfur, araştırır ve kalenin anahtarının kızı tarafından, Türkler’e verildiğini öğrenir ve kızı Moni’yi, kale surlarından aşağıya attırır. Sonrasında Türkler tarafından “Kastın neydi Moni’ye” şeklinde denmeye başlanır. Bu söz, zamanla, değişerek “Kastamonu” ya dönüşür.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!