İnsanların kavgalarından, kaygılarından ve gözyaşlarından nemalanmaya çabalayan çok sayıda kurumun olduğunu bilerek girdim 2012 yılında medya sektörüne.
Yargıya intikal etmiş cinnet, cinayet, taciz ve tecavüz haberlerinin ısıtılıp ısıtılıp nasıl servis edildiğini, üçüncü sayfa haberleriyle toplumun kodlarıyla nasıl oynandığını ve bilinçaltında nasıl normalleştirildiğini, sıradanlaştırıldığını görmemek için kör olmak gerekirdi sanırım.
Kendimi bildim bileli topluma gazete okutmak için kap kacak, tencere tava, ev ve otomobil gibi kupon dağıtan basın yayın kuruluşlarına şahit oldu çok kez bu millet…
Yukarıda bahsi geçen konulara bakıldığında bile “İstamonu olarak nasıl bir yol izlememiz gerekir? Ne yaparsak tüm insanlığın ortak değerlerine ve birlikte yaşama kültürüne katkı sağlarız? Nasıl bir yol izleriz de insanlığın inşasına ve imarına faydamız olur?” sorularının cevaplarını bulmak genel bakış açımız olarak belirdiğimiz yol haritamızdı.
Bir de büyükşehir İstanbul başta olmak üzere, çeşitli büyükşehirlerde sayıları milyonları aşan hemşerilerimizin, zorluklara rağmen başarı hikayeleri, yetişmiş ve hayatın yetiştirmiş olduğu insanımız var.
Kolay mı gariban toprakların insanı olmak; elde yok, avuçta yok, Daha çocuk yaşta gurbetle örselenmek; anadan ayrı, babadan ayrı…
Sırtımızda yumurta küfesi taşıyacağımızın bilincinde ve hiç de kolay olmayacak uzunca bir yolculuğa çıktık 2012’nin 23 Nisan Pazartesi günü.
Mevlana’nın da dediği gibi “Gönülden gönüle yol var dediler; o gün, bugün yoldayız. Yol bulmak kolay imiş, mesele gönül bulabilmek imiş.”
Hamdolsun tam 9 yıldır hem girilecek gönül bulduk hem de yol.
Hak arama davası dışında, yargıya intikal bir tane olumsuz, kötü haber olmadı sayfalarımızda, olmayacak da.
Üstüne basa basa söylüyorum “9 yıldır kirletmedik sayfalarımızı”. Çünkü kötünün örneği olmayacağını iyi biliyorduk. Güzellikleri, iyilikleri, başarıları, sevgiyi çoğaltabilirdik ve bunların bulaşıcılığına çok inanarak başladık.
Adâb-ı muâşeretle yani.
Geride kalan 9 yılda kupon dağıtmadık, har vurup harman savurmadık. Derdimiz, davamızdı. Davamız yazmaktı.
Neyi mi?
“Yazmaktan maksadımız, memleketimizi, insanımızı, inandığımız değerleri, anlatmak ve yaşatabilmekti.” En iyi bildiğimiz konu ise insanı değerli olmayan, insanına değer verilmeyen toplumlarda gelişmeden söz edilemezdi.
Bizim için insanımız çok değerlidir.
Geride kalan 9 yılda maddi kazanç sağlamadan, maneviyat kazandık, muhabbet kazandık, dost kazandık, insanımızı kazandık. Artık net bir dille diyorum ki para da kazanalım.
Bir şeyler daha yazacağım ancak Edirne Enez Kaymakamı, kıymetli devlet adamı, kıymetli dost Sayın Şükrü Alperen Göktaş’ın 23 Nisan 2021 yılında elimize ulaşan kendileri kadar kıymetli mektubunu sizinle paylaşarak, bu haftaki yazıma haftaya kaldığımız yerden devam etmek suretiyle şükranlarımı sunarak son veriyorum.
Bir memleket hikayesi başlar…
23 Nisan 2012..
Evliyalar şehri Kastamonumuz ile hemşerileri arasında köprü vazifesi gören,
Bir medya aracı olmanın ötesinde gönülleri/kültürleri birleştiren,
Sahip çıkıl(a)mayanlara -hemşehrilerine- sahip çıkan,
Konuşul(a)mayanları -hemşehrilerini- konuşan,
Ulaşıl(a)mayanlara -hemşehrilerine- ulaşan,
Duyul(a)mayanları -hemşehrilerini- duyuran,
Memleket sevdasının parayla, makamla, unvanla değil;
Emekle,
Alın teriyle,
Dertlenmeyle,
Mücadeleyle hissedilebileceğini / hissettirilebileceğini öğreten,
Memleketçiliğin içi boş kuru süslü laflarla değil;
Şehir şehir,
Sokak sokak,
Kapı kapı
En önemlisi de gönül gönül gezerek yapılacağını herkese öğreten,
Memleketçiliği;
Rant, ihale, para, şöhret ve güç üzerinden tanımlayanlara inat;
Sevgiyle, saygıyla, vicdanla, kültürle, vatan sevgisiyle, inançlarımıza ve değerlerimize sahip çıkma duygusuyla bir memleket ruhu inşa etmeye çalışan,
Sözün özü;
Memleket gibi memleket olan İstamonu Gazetesi’nin kuruluşunun 10. yılını en kalbi duygularımla tebrik ediyor, imtiyaz sahibi Sayın Hüseyin Karadeniz ve yazı işleri müdiresi Sayın Gözde Yüksel başta olmak üzere tüm memleket emekçilerine Allah’tan üstün muvaffakiyetler diliyorum.
Medar-ı iftiharımızsınız.