“Her şeyin bir fiyatı var” derler. Sanki insanın elini uzattığı, gözünü diktiği her şey bir etiket taşımak zorundaymış gibi… Modern dünyanın bu keskin pazarlığında, değer kavramı çoğu zaman rakamlara sıkışıp kalıyor. Oysa bazı şeyler, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, hesap defterlerine düşmeyen bir bedel taşır. Kimi duygular, kimi anlar, kimi duruşlar paraya çevrilmez; dahası, çevrildiği anda zaten anlamını yitirir.
Hemşerimiz merhum Behçet Necatigil’in ince, derin ve mütevazı dünyasından ilhamla söylersek: asıl kıymet, paraya çevrilmediği için kıymetlidir. İnsanı insan yapan, hayatı yaşanmaya değer kılan şeylerdir bunlar. Bir sözün ağırlığı, bir dostluğun sükûtu, bir sevdanın emanetliği, bir vicdanın huzuru… Bunların fiyatı yoktur; çünkü bunlar ancak yaşanır, hissedilir, korunur.
Biz buna “temiz ve aziz olanın peşinden gitmek” diyoruz.
Bu peşinden gidiş, çoğu zaman büyük sözlerle değil, küçük ama sahici adımlarla olur. Temiz olanı seçmek, kirliye bulaşmama kararlılığıdır; aziz olanı gözetmek ise insanın kendisine ve başkalarına duyduğu hürmettir. Bu yol bazen yalnızlığa çıkar, bazen kalabalık içinde bile sessiz bir duruş gerektirir. Fakat sonunda insan, kendine daha yakın bir insana dönüşür.
Dış dünyanın gürültüsünden uzaklaştıkça, iç dünyanın sesini duyarız. Değerin, değersiz olanın arasından nasıl süzülerek çıktığını; bazen bir çocuğun gülüşünde, bazen bir yaşlının duasında, bazen de kendi içimizde kıpırdayan o küçük ama kararlı ışıkta görürüz.
Belki de hayatın en büyük meselesi, neyi elde edeceğimizden çok, neyi koruyacağımıza karar vermektir. Çünkü insanın gerçek serveti, elinde tuttuklarında değil; değiştirmemekte direndiği, paraya çevirmeyi reddettiği şeylerdedir.
Ve işte o zaman, Necatigil’in gölgesinden süzülüp gelen hakikati sezmiş oluruz:
Asıl zenginlik, temiz ve aziz olanın peşinden gitmektir.

