Uzaklarda bir şehrin ışıkları arasında yürürken, ansızın burnunda bir köy fırınının ekmek kokusu tüter…
Bazen kalabalıklar içinde bir başınayken, kulağına bir dağ yamaçlarından yankılanan kuş sesi gelir.
İşte o an, anlıyorsun: Memleket aslında sadece doğduğun toprak değil, kendi içine yaptığın yolculuktur.
Kendine uğramaktır memlekete uğramak.
Bir derenin sesinde çocukluğunu duymak, bir taş duvarın gölgesinde gençliğini hatırlamaktır.
Hasrettir, özlemdir, yolda bıraktığın her selam, sarılamadığın her anne eli, dönmeye cesaret edemediğin her sokaktır.
Uzakta olunca anlarsın; Bir yayla rüzgarı, bir ceviz ağacı gölgesi, belki de bir ahır kapısının gıcırtısı kadar derindir memleket.
Ve her insan, hayatının bir yerinde kendine uğramayı öğrenmeli.
Yani çocukluğuna, toprağına, sevdasına, yarım kalmış dualarına dönmeli…
Çünkü memleket, sadece gidilen bir yer değil; yeniden bulunmayı bekleyen bir kendiliktir.
Ve aslında en çok da, memlekete dair konuşurken değil, sustuğunda büyür özlem.
Bir fotoğraf karesine uzun uzun bakarken,
Bir türküde yutkunurken,
Kokusu bile hafızanda kalan o eski yolları düşünürken…
Gurbet büyüdükçe küçülür insanın içindeki çocuk.
Ama bir gün bir yerde,
Belki bir sabah kahvesinde, belki bir mezarlıkta dua ederken,
Kendine uğrarsın ansızın.
Ve işte o zaman anlarsın: Hiçbir yer, memleket kadar seni sana yaklaştırmaz.