“Seneye de giyersin” denilerek büyük ayakkabılarla yürümeye zorlandık. Mintanlarımız bol geldi, kollarımıza değil, hayallerimize dolandı. Bize bu aceleyle büyütülmüş bedenlerde, geleceğin de hazırlandığını sandık.
Ama yanılmışız.
Hayata tutunmayı öğrenene kadar, köşe başları çoktan tutulmuştu; hem de tutunanlar değil, tutmuş gibi yapanlar tarafından.
Sormadan edemiyorum kendime…
Yoka yok karışmış sanki bu şehirde.
Bir zamanlar sokaklarında ses vardı,
Birileri vardı…
Ama şimdi ne o sesler var,
Ne bir ışık kaldı pencerelerde,
Ne de bekleyen biri ardında.
Bu şehir yetim artık.
İnsan da öyle.
Ve biz,
Ne kaldık tam anlamıyla,
Ne de gidebildik gerçekten
Ve şimdi…
Sahi şimdi sırası mı Merhum Oğuz Atay’ın, Tutunamayanlar’ın artmasının?
Biz daha yolun başında,
Elimizde kitap, kulağımızda şiir sanılan haykırışlarla
Tutunmaya çalışırken…
Bir başka büyük suskun, Merhum Rıfat Ilgaz sesleniyor:
“Yollar kesilmiş, alanlar sarılmış…”
“Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende…”
Sandık ki şiir söylüyor,
Meğer o yıllardır “uyan” diyormuş bize.
Şimdi ise
Karayeller çatımızı indirmeden,
Sel suları toprağımızı sürüklemeden,
Çabuk olmalıyız.
Çünkü artık zaman değil, kalp atışları yarışıyor.
Ses olmalı insan,
Işık olmalı,
Yumruk olmalı bu sessiz çığlığa…
Tutunamayanlardan olmamak için…
Tutunanların da sadece tutmuş görünmediğinden emin olmak için…
Çabuk ol.