“Biri diğerinden farklı sanma, alası da aynı karası da. Adına kömüş ben koymadım, Benim işim onlarla tarlada.”
Ben çocukken köyümüzde herkesin damında bir çift kömüş olurdu. Boyundurukları takılıp tüm işlere onları koşarlardı. Tarlada çift onlarla sürülür, hasat sırasında düğen onlarla çekilirdi. Harmana da hasadı onlar getirir, odunluğa odunu da… Evdeki diğer adamlardı onlar. Bazıları çok güçlü olurdu. Sahipleri iyi beslerse tabii… Bazıları ise cılız. Kışın alafı fazla olanın yazın gücü de yerinde olurdu. Çoğu zaman, bu iki, boyumdan misliyle büyük hayvanı köyde ağabeylerimle beraber güderdik.
Aranızdan bazıları “Alaf” kelimesine takılmış olabilir. Alaf kelimesini çoğu insan ateş olarak bilir. Oysa Kastamonu’da alaf demek, hayvanlar için kuru ot, yani yiyecekleri otlar demek. Bazen saman için de kullanılır.
Şimdi kömüşlerden nereden çıktı, diyebilirsiniz. İlk başta yazdığım dört mısrayı, Tosya yolunda fotoğraf çekmek için durduğum yerde tanıştığım nüktedan bir amcadan duydum. Hâlâ kömüşleri vardı ve hâlâ onlarla küçük küçük işler yapıyordu. Traktör neden kullanmadığını, kolu komşunun yardım edip etmediğini, çocukları olup olmadığını hepsini sordum. Hepsinin cevabı müspetti. Lakin kömüşlere bakmak onun için bir sevdaydı. Birinin adı Ala, diğerinin adı Kara’ydı. Kendi çocukları gibi onlara bakıyordu.
“Fakirlikten değil!” dedi. “Fakirlikten olsa böyle pırıl pırıl parlar mı?”
“Peki, neden?” dedim.
“Zevkten. Şehirde insanlar evde neden köpek besliyorsa ben de ondan besliyorum. Benimkiler işe de yarıyor” dedi gülerek.
“Dört duvar arasında kalınca, Kendini bağa vermek istiyor insan. Kolu komşudan sıkılınca, gönlünü dağa vermek istiyor insan.”
Durdukça bir dörtlük söylüyordu. “Evde, köyde sıkılıyorum. Bunlar benim yarenim. Çıkıyoruz bunlarla dışarıya. Vuruyoruz kendimizi yollara. Bazen şu karşıdaki dağa kadar gidiyoruz” dedi.
Dağ diye gösterdiği, tepeden az daha yüksekçe bir yerdi. İnsanın kendini dünyada oyalayacak meşgaleleri vardı. Amcanın meşgalesi bir çift kömüştü. Onlara maniler okuyor, türküler söylüyordu.
“Sana da bir türkü söyleyeyim mi?” dedi.
“Manda yuva yapmış söğüt dalına. Onu mu söyleyeceksin?” dedim.
“Oğlum, biz oynayacak çağı geçtik. Geçmişe yas tutacak çağa erdik. Günleri ezbere bildik” dedi.
Sonra bir uzun hava okumaya başladı. Kömüşler başını kaldırıp amcaya baktı. Sonra yavaşça amcanın yanına yaklaştılar. Başlarını uzatıp kendilerini sevdirdiler. Sanırım amcaya uzun hava okuttuğum için olsa gerek adı Ala olan bana kötü kötü baktı. Hissettim. Sanırım beni kovalayacaktı. Müsaade alıp ayrıldım. Ben arabaya binerken hâlâ uzun hava okumaya devam ediyordu.