Albaraka Türk Katılım Bankası Kurumsal Krediler Müdürü hemşerimiz Hüseyin Tunç, Türk ekonomisinin ithalata dayalı olduğunu vurgulayarak hamal ekonomisinden vaz geçilmesi gerektiğini söyledi.
Gazetemize Türkiye’nin ekonomik durumu hakkında değerlendirmelerde bulunan Hüseyin Tunç, sosyal medya aracılığıyla kitlelerin ayaklanmalarıyla ekonomik sonuçların elde edildiğini belirterek, “ Olayların arka planının iyi okunması lazım. Siyasi denge alt üst olduğu zaman, birileri buradan ekonomik kazanç elde edip gidiyor. Faiz lobisi dediğimiz sıcak para hareketi tüm dünyada tur atarken, gittiği ülkelerde maksimum kazancı elde etme derdindedir.” dedi.
Geçmiş dönemlere oranla Türkiye ekonomisinin geliştiğini fakat bu gelişmenin yeterli olmadığını ifade eden Tunç, “Dünya standartlarında özellikle Avrupa ve Amerika’yla kıyasladığımızda halen çok mesafe kat etmemiz gerekiyor. Çünkü bizim ekonomimiz hamal ekonomisi; çok çalışarak az değer üreten bir toplumuz.” şeklinde konuştu.
AR-GE çalışmalarına önem vermesi gerektiğini vurgulayan Tunç, ekonominin ancak bu şekilde güçlenebileceğini savundu.
Tunç, Kastamonu’nun turizm açısından değerlendirilmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.
Krizler gelip geçici
Albaraka Türk Katılım Bankası Kurumsal Krediler Müdürü hemşerimiz Hüseyin Tunç, krizleri iyi değerlendirmek gerektiğini belirterek, “25 yıllık bankacıyım, bugüne kadar birçok kriz gördük. Sıradan insanlar krizlerde kendilerini geri çekiyorlar ama akıllı insanlar krizlerin nihayetinde gelip geçici olduğunun farkına vararak hareket ediyorlar. ” dedi.
Hüseyin Tunç, olayların arka planının iyi okunması gerektiğini vurgulayarak, şunları söyledi: “Dünya normlarına göre baktığımızda Türk insanı daha çabuk manipüle olabiliyor. Bir iki klişe cümleyle bile insanların yönlendirildiğini görebiliyoruz. İnsanlar sosyal medya aracılığıyla yönlendirilerek kitleler halinde kamplaştırmalar elde ediyorlar. Buradan ekonomik bir netice ortaya çıkıyor. Toplumun geniş kesimleri kendilerine hazırlanan oyunlarda kamplaşıyorlar. Olayların arka planını okumadan, birbirlerine nefret kin oluşturuyorlar.”
Faiz lobisine dikkat
“Ekonomi, Türkiye’de ve dünyada siyasette bağlantılı olmakla birlikte söylentilere ve beklentilere de bağlıdır.” diyen Tunç, “ Siyasetin, ticaretin, sektörlerin, firmaların, aklınıza gelecek birçok şeyin lobisi vardır. Fakat bunların en önemlisi faiz lobisidir. Başbakanımızın da zaman zaman dillendiği gibi dünyada gerçekten faiz lobisi var. Sıcak para hareketi tüm dünyada tur atarken, gittiği ülkelerde maksimum kazancı elde etme derdindedir. İflaslar, siyasi belirsizlikler, kargaşalar, savaşlar faiz lobilerinin derdi değildir, bugüne kadar da olmamıştır. Onlar, dövizlerini yüksek kurdan bozdurup borsaya girmek, borsada belli bir kazancı elde ettikten sonra düşük kurdan çıkarak piyasayı terk etmek ve yeniden alım yaparak kısa süre içerisinde %20-%30 gibi kazançlar elde etmek derdindeler. Ekonomik denge, siyasi denge alt üst olduğu zaman birileri buradan ekonomik kazanç elde edip gidiyor. Gezi olaylarına ve 17 Aralık soruşturması adı altındaki operasyonlara, faiz, kur ve gerek borsadaki hareketlere yakından bakarsanız çok usulünce veya akıllıca oynadıkları takdirde kısa sürede %30 kazanç elde ettiklerini görürsünüz.” şeklinde konuştu
Üretmemiz lazım
Döviz kurlarındaki artışın ekonomik güçlenme olduğunu söyleyen Tunç, şöyle devam etti: “Kurların artması bir yandan ihracatın artması demek, aynı zamanda sıcak paraya olan ihtiyacın da bir neticesidir. Kur artışı ihracatı destekleyen, ithalatı frenleyen bir şeydir. İşin kötü tarafı, Türk ekonomisi ihracat yapsa da ithalata dayalı bir ekonomi. Uzun vadedeki planlarımızda ithalat ekonomiden kendimizi geri çekerek, üretebilmeye yönelik ve patent hakkını elde etmeye yönelmemiz gerekiyor. Bizim ekonomimiz hamal ekonomisi; çok çalışarak az değer üreten bir toplumuz. Öbür taraftan Amerika, Avrupa, batı ülkeleri ve teknolojisi gelişmiş Japonya, Çin gibi ülkelere bakın, onlar daha az emekle çok büyük değerler üretiyor ve bu potansiyeli kullanabiliyorlar. Diyelim ki; bilgisayar üretecek fabrika kuruyorsunuz ama ara mamul dediğimiz birçok ürünü ithal etmek zorundasınız. Bir bina yapıyorsunuz; binanın betonunu, tuğlasını, harcını, tüm hamaliyesini yapıyorsunuz. Onlar, bütün akıllı bölümlerini; aydınlatmasını, ısıtmasını, asansörünü, giriş sistemleri, yangın korumasını kuruyorlar ve o bina ayakta durduğu müddetçe siz onlara fatura ödüyorsunuz. Ya da tekstili ele alalım; ip üretiyoruz, kumaş boyuyoruz,10 yıl boyunca para kazanıyoruz ama 11.yıl makine parkurunu değiştirmemiz gerekiyor. Mecburen kazandığımız paranın %80’ini makine almaya harcıyoruz. Makinenin gövdelerini getiriyoruz monte ediyoruz. Ama yazılım teknolojisini yapamıyoruz.”
Devlet zorunluluğu olmalı
Tunç, “Bizim iletişim ve teknolojide büyük bir mesafe kat etmemiz gerekiyor. Burada devletin yönlendirici, hatta zorlayıcı olması gerekiyor. Evet, Türkiye’de müteşebbis ruhu çok gelişti. İnsanlar çok hırslandılar, iş yapış şekilleri değişti, dünyanın her tarafında Türkler var, her yerde bağlantı kuruyorlar, ithalat ihracat kalıpları gelişti. Ama devletimizin “Ey müteşebbis sektöründen para kazandın, bu kazançtan araştırma geliştirme, uçak ve bilgisayar teknolojisine, yazılımlara ayırman lazım.” demesi gerekiyor. Avrupa ülkeleri, markalaşma ile güçleniyorlar. Markalar Çin gibi teknolojik gelişme elde edilen ülkelerde üretiliyor. Üretimin ülkeye katkısı iş gücünün oluşturularak ekonominin dinamikleşmesi ama milli gelire katkısı karınca kararınca. ” diyerek devletin AR-GE çalışmalarını zorunlu hale getirmesi gerektiğini ifade etti.
Üniversiteler reel hayattan kopuk
Tunç, eğitim sisteminin AR-GE çalışmaları kapsamında düzenlenmesi gerektiğinin altını çizerek, “Eğitim sisteminde ve mantalitede de bazı şeylerin değişmesi lazım. Türkiye bu haliyle ve dinamik yapısıyla bazı şeylere hala gebe. Üniversite hocalarının bu anlamda koordine etmesi lazım. Maalesef üniversiteler reel hayattan kopuk. Google’ın insan kaynakları sorumlusunun bir röportajını okudum; Türkiye’ye iş için müracaata geldiğinde ona hangi okulu bitirdin diye soruyorlar ve sınava tabi tutuyorlar. Halen böyle şeyler var bizim ülkemizde. Artık Google ne okulu bitirdiğinize bakmıyor. Bir konu verildiğinde o konuyla ilgili bilgilere ne kadar kısa sürede analitik sonuçlara ulaşabiliyor ona bakıyor.” dedi
Ayrıca Türkiye’nin ekonomik olarak yeterli gelişme kaydedemediğini belirten Tunç, “ Ekonomik yapımız geçmiş yıllara oranla kıyaslanamayacak derecede gelişti. Fakat dünya standartlarında halen çok mesafe kat etmemiz gerekiyor. Türkiye bugün dünyada 16. büyük ekonomi. Ancak 1. ve 5. sıradakilerle aramızda çok büyük farklar var. Umutluyuz ama çok çalışmamız gerekir.” açıklamalarında bulundu.
Kastamonu hamal ekonomisine katılmamalı
Konuşmasında Kastamonu’nun ekonomik kalkınmasına da değinen Tunç, dünyada bakir bölgelere ihtiyaç duyulduğunu, Kastamonu’nun turizm açısından değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Tunç şunları söyledi: “Gelişen illere baktığımızda hep bir pazar olduğunu görürüz. Sanayinin gelişmesi şehre ivme katar. Kastamonu’ya bu açıdan baktığımızda elde pek bir şey yok ama doğasıyla ve tarihiyle önemli bir kent. Geçtiğimiz yıl İspanya’ya gittik. İspanya’ya gelen turist sayısı yılda 68 milyon ciddi bir rakam ve bir şehirden diğer bir şehre giderken geniş portakal bahçeleri dağlar ovalar görüyorsunuz. İzmit’le İstanbul arasında giderken her yer fabrika insanı boğuyor. Kastamonu hamal ekonomisine katılmamalı. Fabrikalar, dumanlar değil de turizm gibi olanaklar gündeme alınmalı. Bilişim sektörüne, hizmet sektörüne, tarım sektörüne öncülük verilirse Kastamonu Türkiye’ye örnek olabilir.”