Memleket insanın hak etmediği sonuçların kaynağında ne kadar “dışarı” varsa o kadar da “içeri” olduğunu benimsemez isek daha çok sorunlarla uğraşmamız kaçınılmaz olacaktır.
Geçen yazımda bahsi geçen “Masa şampiyonlar ligi resmen” cümlesinde olduğu üzere, bunca yetişmiş insan zenginliğinde, kolektif fikir ve düşünce iklimlerini bugüne kadar neden zenginleştiremediğimizi/çoğaltamadığımızı gerçekten aklım almıyor.
Her dinamik unsur, kendini var eden dinamizmi kutsama alışkanlığında direndikçe, o dinamizm, giderek yalnızlaşmaya; en yakın çevresinden başlayarak yabancılaşmaya ve sonunda sonlanmaya tutsaktır.
İşaret parmaklarımız birilerine dönmüşken, diğer dört parmağın kendimizi işaret ettiği gerçeğini görememiş ve bu dört parmağın kendimize yönelttiği sorulara içten yanıtlar verememişiz. Belki de kendi kulübemizin dar pencereleri bize bunu dayatmıştır.
Gelişkin aklın en az başvuracağı iki sözcükler olan ah-vah bizde ne denli çok kullanılmıştır, kullanılmaktadır. Ancak her ah-vah, özünde bir şeyler yitirilmişliğin iki heceli anlatımından başka bir şey değildir.
Belki daha da ilginç olanı, her ah-vah’tan sonra kendimize çeki düzen vereceğimize yeni ah vahların yolunu açıyor olmamızdır. Her yeni gelen kötü sonuca karşı daha hırslı bir şekilde içimizde günah keçileri aramaktayız. Ama atı alan da Üsküdar’ı da geçiyor.
Kaprisin insan davranışlarında ileri düzeyde etkin olduğu toplumlarda her yeniye karşı, başka bir yeni tez ve istem ile ortaya çıkmak kazanç sayılmaktadır.
Başkasının ürettiği bir yeniye gözü kapalı kalmak ve seçerek, üreterek öne geçmeye çalışmak her zaman doğru olmaz. Ama bu takıntı düzeyine gelmiş ve bulaşıcı bir hastalığa dönüşmüşse bataklığın toplumu çekmesi de kolaylaşacaktır.
Belki bu davranış gerçekten içten bir “iyi” beklentisine yöneliktir ama yine de tüm süreci gözden geçirme zorunluluğundan uzaklaşılmaması koşuluyla. Siyasal bilinç, sosyolojik donanım, öngörü yeteneği, iyi niyet, bencillikten arınabilme, duygudaşlık kurabilme ve benzeri alanlarda yeterlilik gereklidir.
Kapris, kimi zaman bireye dayatılmış olan kültürel değer olarak davranış kalıplarına dönüşür. O birey eğer kendisini eğitmek ve bu yolla değişmek sürecine bütünüyle kapılarını kapatmışsa, ya sorunun kendisi ya da sorunun önemli bir parçası olarak yaşayacak, kendi varlığına böyle anlam yükleyecektir.
Ne yazıktır ki bizim evrenimizde bu türden insanlara bolca rastlanmıştır, rastlamaktayız. “Nerede buluşuyoruz?” sorusunu yok sayıp “nerede ayrılıyoruz?” sorusuna yanıt arayan her insan bu soruya kolayca ve çokça yanıtlar bulabilir.
Siyasal bilinci toplumsal yönde gelişmiş bireyler, yanıtını bulmak için ciddi emek harcamak gerektiğini bilerek ve göze alarak ilk sorunun yanıtına yönelirler; Nerede buluşuyoruz?
Kim bilir, belki de bugün geldiğimiz sonucun nedenleri arasında, bu ayrıntıların belirleyici bir yeri vardır.
Kendimizi tartışır ve tanımlarken olanı görmek zordur. Ama tüm görmek istediğini “olan” yerine koymak kolaycılıktır. Bu kolaycılık, taraftar bulduğunuzda haz verici bir davranışa bile dönüşebilir. İyi de nereye kadar?…
“Ne kadar uzun bir yazı” dediğinizi duyar gibiyim. Tamam sustum, devamında buluşmak üzere.
Selam ve dua ile